MyMecra
Beraber Yürüyelim / Bizi Takip Edin

Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

12 Video Bulunuyor

Bu programda yüzyıllardır anlatılan, her anlatılışta yeniden canlanan ve bir hikmete, bir inceliğe can katan hikayelerimizden bir demet bulacaksınız. Serdar Tuncer, 25 yıldır ekranlarda ve sahnelerde anlattığı hikayeleri yeni bir üslup, özgün bir formla yeniden beğenimize sunuyor. “Biri Bir Gün” şimdiden bir MyMecra klasiği...

  • Kuşlara Yem Veren Mecusinin Hikayesi - B36 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Kuşlara Yem Veren Mecusinin Hikayesi - B36 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerini ve hikayelerini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bir kış gününde Bağdad camilerinin önünde bir mecûsînin kuşlara yem attığını görüp ona şöyle dedi: -Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun. Allahü teala, evvelâ îmanı farz kılmış, geri kalan hayır hasenatı ondan sonra emretmiştir, îman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah indinde makbul değildir. Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin bu sözlerine mecûsînin cevabı şöyle oldu: -Ben de biliyorum kabul olunmayacağını. Fakat Allah bu yaptığımı görmez, bilmez mi? Cüneyd-i Bağdadî de; -Elbette görür ve bilir, deyince, mecûsî; -Öyleyse o da bana yeter, deyip kendi bildiğine devam etti... Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor: “Aradan hayli zaman geçti. Kâbe-i Muazzama’yı çok arzulamıştım. Hac mevsiminde Mescid-i Haram’a gelip tavaf yapmakta idim. Bu esnada bir adamın ellerini açmış Allaha yalvarmakta olduğunu, hatta gözlerinden sel gibi yaşlar akıttığını gördüm, iyice dikkat ettim, o zat karlı bir havada kuşlara yem veren mecûsî idi. Tavaftan sonra yanına yaklaşıp hemen kollarından yakaladım. Beni tanımıştı. -İşte Allah gördü ve bildi, deyip hayretle yüzüme bakarak Kelime-i şehâdeti getirdi ve ruhunu gözümün önünde orada teslim etti. O anda bana gaibden şöyle hitap olundu: “Ya Cüneyd! Sen Beytimi arzu ederek geldin ona kavuştun. O ise beni arzu ederek geldi bana kavuştu.” Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Geri Çevrilmeyecek Dua Nasıl Edilir? - B35 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Geri Çevrilmeyecek Dua Nasıl Edilir? - B35 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Hayvanların Dilini Öğrenmek İsteyen Adam" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Bir gün Hz. Musa'ya genç bir adam geldi. - Ey Musa! Bana hayvanların dilini öğret. Bu şekilde kur-dun-kuşun sözlerini duyayım da, dinime ait işlerde ibret sahibi olayım. Bakıyorum da bütün insanlar ekmek, su, şan, şeref, makam, mevkî ve karın doyurmaktan başka şey konuşmuyorlar. Belki hayvanlar alemi insanlardan daha farklıdır. Dünyadan göçme zamanına ait bilgi ve tecrübeler vardır, dedi. Hz. Musa genç adama: - Git! Bu isteğinden vazgeç. Bu istek her zaman tehlike getirir. İbret almayı ve uyanmayı kitaptan, sözden, harften ve dudaktan değil, Allah'tan iste, diye tavsiyede bulundu. Hz. Musa'nın kendisine istediğini vermemesi, tam tersine engellemesi adamın isteğini iyice artırdı. Zaten insan men edildiği şeye istekli olur. Yasak, arzu uyandırır, derler. Genç adam bir müddet sonra Hz. Musa'nın karşısına tekrar çıktı. Türlü diller dökerek: - Ey Musa! Dünya ve içindekiler senin nurunla kıymet buldu. Sen öyle cömert ve istekleri kabul eden birisin ki benim bu isteğimi geri çevirmek senin gibi kerim ve cömert birine yakışmaz. Sen ki”Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez” diyen Cenab-ı Hakk'ın halifesisin. Eğer benim ümidimi boşa giderirsen, isteğimi yerine getirmezsen beni üzersin, diye ısrar etti. Hz. Musa adamın bu tavrı karşısında Rabbiyle konuştu. Çünkü Hz. Musa'nın bir özelliği de kelim olması, yani Allah ile konuşmasıdır. Hz. Musa: - Yâ Rabbi! Bu eğriyi doğrudan ayıramayan ve nasihat da dinlemeyen adamı şeytan esir etmiş. İstediğini yaptırtıyor. Şimdi ben ona istediğini öğretirsem ona bu öğrendiğinin zararı dokunacak. Eğer öğretmezsem kalbi bana karşı kötü duygular besleyecek, dedi. Cenab-ı Hakk: - Ey Musa! Öğret. Çünkü biz lütuf ve keremimizden, hiçbir duayı reddetmeyiz. Hz. Musa: -Ya Rabbi! Ya öğreneceği bilgiler, onun zararına olursa? Bazen insanın her şeye gücünün yetmediğini bilmesi onun için en güzel sermaye olmaz mı? diye adamın isteğinin iyi olmadığı hakkında Allahü Teâlâ ile konuştu. Cenab-ı Hak: - Ey Musa! Sen onun istediğini yap, dedi. Hz. Musa, o adama bir kez daha öğüt vermeyi denedi: - Aman dikkat et! İsteğinde ısrarlı olma! İstediğin şey, senin zararına olacaktır. Vazgeç bundan. Allah'tan kork. Şeytan seni aldatmış. Soruda ve istekte aşırı gidersen hoşlanmayacağın şeyler olabilir, dedi. Adam bu sefer: - Bari, şu kapıda oturan köpeğin ve tavuğun dillerini olsun öğret, diye yalvardı. Hz. Musa bu aşırı ısrar karşısında adamın teklifini kabul etti: - Haydi git! Allah'ın lütfü erişti. Bu ikisinin dillerini anlayabileceksin, dedi. Adam sevinerek gitti... Sabah olunca, kahvaltıdan sonra hizmetçi sofrayı silkti. Sofra bezinden bir parça bayat ekmek düştü. Adam,”acaba isteğim oldu mu?” diye kapı eşiğinde durdu ve hayvanları dinlemeye başladı. Düşen kuru ekmek parçasını, horoz çabucak kaptı. Köpek horoza: - Sen buğday da yiyebiliyorsun. Ben ise, yiyemiyorum. Bu şekilde ekmek parçasını kapman bana zulüm olmadı mı? Sen kısmetimi elimden aldın, diye çıkıştı. Horoz: - Merak etme, köpek kardeş. Allah sana bu ekmek parçasına karşılık daha güzel şeyler verecek... Devamı videoda...
  • Hayvanların Dilini Öğrenmek İsteyen Adamın Hikayesi - B34 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Hayvanların Dilini Öğrenmek İsteyen Adamın Hikayesi - B34 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Hayvanların Dilini Öğrenmek İsteyen Adam" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Bir gün Hz. Musa'ya genç bir adam geldi. - Ey Musa! Bana hayvanların dilini öğret. Bu şekilde kur-dun-kuşun sözlerini duyayım da, dinime ait işlerde ibret sahibi olayım. Bakıyorum da bütün insanlar ekmek, su, şan, şeref, makam, mevkî ve karın doyurmaktan başka şey konuşmuyorlar. Belki hayvanlar alemi insanlardan daha farklıdır. Dünyadan göçme zamanına ait bilgi ve tecrübeler vardır, dedi. Hz. Musa genç adama: - Git! Bu isteğinden vazgeç. Bu istek her zaman tehlike getirir. İbret almayı ve uyanmayı kitaptan, sözden, harften ve dudaktan değil, Allah'tan iste, diye tavsiyede bulundu. Hz. Musa'nın kendisine istediğini vermemesi, tam tersine engellemesi adamın isteğini iyice artırdı. Zaten insan men edildiği şeye istekli olur. Yasak, arzu uyandırır, derler. Genç adam bir müddet sonra Hz. Musa'nın karşısına tekrar çıktı. Türlü diller dökerek: - Ey Musa! Dünya ve içindekiler senin nurunla kıymet buldu. Sen öyle cömert ve istekleri kabul eden birisin ki benim bu isteğimi geri çevirmek senin gibi kerim ve cömert birine yakışmaz. Sen ki”Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez” diyen Cenab-ı Hakk'ın halifesisin. Eğer benim ümidimi boşa giderirsen, isteğimi yerine getirmezsen beni üzersin, diye ısrar etti. Hz. Musa adamın bu tavrı karşısında Rabbiyle konuştu. Çünkü Hz. Musa'nın bir özelliği de kelim olması, yani Allah ile konuşmasıdır. Hz. Musa: - Yâ Rabbi! Bu eğriyi doğrudan ayıramayan ve nasihat da dinlemeyen adamı şeytan esir etmiş. İstediğini yaptırtıyor. Şimdi ben ona istediğini öğretirsem ona bu öğrendiğinin zararı dokunacak. Eğer öğretmezsem kalbi bana karşı kötü duygular besleyecek, dedi. Cenab-ı Hakk: - Ey Musa! Öğret. Çünkü biz lütuf ve keremimizden, hiçbir duayı reddetmeyiz. Hz. Musa: -Ya Rabbi! Ya öğreneceği bilgiler, onun zararına olursa? Bazen insanın her şeye gücünün yetmediğini bilmesi onun için en güzel sermaye olmaz mı? diye adamın isteğinin iyi olmadığı hakkında Allahü Teâlâ ile konuştu. Cenab-ı Hak: - Ey Musa! Sen onun istediğini yap, dedi. Hz. Musa, o adama bir kez daha öğüt vermeyi denedi: - Aman dikkat et! İsteğinde ısrarlı olma! İstediğin şey, senin zararına olacaktır. Vazgeç bundan. Allah'tan kork. Şeytan seni aldatmış. Soruda ve istekte aşırı gidersen hoşlanmayacağın şeyler olabilir, dedi. Adam bu sefer: - Bari, şu kapıda oturan köpeğin ve tavuğun dillerini olsun öğret, diye yalvardı. Hz. Musa bu aşırı ısrar karşısında adamın teklifini kabul etti: - Haydi git! Allah'ın lütfü erişti. Bu ikisinin dillerini anlayabileceksin, dedi. Adam sevinerek gitti... Sabah olunca, kahvaltıdan sonra hizmetçi sofrayı silkti. Sofra bezinden bir parça bayat ekmek düştü. Adam,”acaba isteğim oldu mu?” diye kapı eşiğinde durdu ve hayvanları dinlemeye başladı. Düşen kuru ekmek parçasını, horoz çabucak kaptı. Köpek horoza: - Sen buğday da yiyebiliyorsun. Ben ise, yiyemiyorum. Bu şekilde ekmek parçasını kapman bana zulüm olmadı mı? Sen kısmetimi elimden aldın, diye çıkıştı. Horoz: - Merak etme, köpek kardeş. Allah sana bu ekmek parçasına karşılık daha güzel şeyler verecek... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Kuş Avcıyı Avlarsa... - Biri Bir Gün - B33 | Serdar Tuncer

    Kuş Avcıyı Avlarsa... - Biri Bir Gün - B33 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Kuşun Öğüdü" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Avcının yakaladığı küçük kuş birden konuşmaya başladı: – Ben minicik bir kuşum dedi, etim, dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Eğer serbest bırakırsan işine yarayacak üç öğüt veririm. Dinle, birinci öğüdüm şu: “Olmayacak bir söz duyarsan, asla inanma!” Avcı şaşırmıştı. ikinci öğüdü isteyince küçük kuş: – Beni bırak, ikinci öğüdümü şu damın üstünde vereceğim dedi. Avcı kuşu bıraktı. Bir lahzada dama konan kuş: – Dinle dedi, “geçip gitmiş şeyler için asla üzülme”. Olan olmuş, biten bitmiştir çünkü. Bak, benim karnımda on dirhem ağırlığında bir inci vardı. Çok kıymetli bir inciydi bu. Ne yazık ki elinden kaçırdın… Avcı daha çok şaşırmış, kuşu serbest bıraktığına pişman olmuştu. Ah vah etmeye, saçını başını yolmaya başladı. Kuş: – Ne oldu? diye sordu. Niçin dövünüp duruyorsun? Ben sana olmayacak söze asla inanma dememiş miydim? Sen karnımda inci olduğunu duyunca bu öğüdü hemen unuttun. Kendisi üç dirhem gelmeyen kuşun karnında on dirhemlik inci olur mu hiç? Üstelik ikinci öğüdümü de unutmuşa benziyorsun. Hani elden kaçırdığın şeyler için asla üzülmeyecektin! Avcı utanmış başını yere eğmişti. – Üçüncü öğüdünü ver bari diye inledi. Küçük kuş damdan kalkıp yüksekçe bir ağacın dalına kondu ve oradan gökyüzünün boşluğuna doğru süzülürken şöyle bağırdı: – Behey sersem avcı, sen verdiğim ilk iki öğüdü tuttun mu ki üçüncüsünü istiyorsun? Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Ölmek İstemediğin Yerde Bulunma! - Biri Bir Gün - B31 | Serdar Tuncer

    Ölmek İstemediğin Yerde Bulunma! - Biri Bir Gün - B31 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de ölümden bahsediyor. Serdar Tuncer başlıca şunları anlattı; 3 soru sorayım size, bu 3 sorunun etrafında Biri Bir Gün dolaşsın... Bir; insan nerede, ne zaman ve nasıl öleceğini bilebilir mi? Soru bir bu olsun. Tabi ki bilemez Serdar abi demeyin programın sonunda bir daha soracağım çünkü aynı soruyu. Soru iki; insan öldüğü vakit Allah'ın kendisine nasıl muamelede bulunacağını bilebilir mi? Soru üç; insan Allah-u Teala'nın katındaki değerini bilebilir mi? Makbul kimselerden mi yoksa çokta makbul görülmeyen kişilerden mi bunu bilebilir mi?... Gelin bu üç sorunun etrafında beraberce düşünelim bu program ama bir ile başlayalım. Bir neydi? Ne zaman, nerede, nasıl öleceğini insan bilebilir mi bilemez mi? Direkt dediniz ki siz bilemez abi nereden bilecek falan dimi?... Necip Fazıl öyle diyor; Büyük randevu bilsem nerede, saat kaçta Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta İnsan merak ediyor. Bak bir ağacın gölgesindesin ve belki kader öyle bir tecelli edecek ki o gölgesinde oturduğun ağaç senin tabutunun tahtası olacak... Bu dünyada renk, lezzet, nakış ne varsa küsüm Gözümde son marifet Azrail'e tebessüm Gene üstaddan. Son nefeste bazısı Azrail'i(a.s) görünce böyle mütebessim bir çevreyle hoşgeldin... Hadi Necip Fazıl'dan başka bir şey daha söyleyelim. Diyor ki; Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse Her kapıda ağlayıp son kapıda gülümse O son önemli. Niye? Muameleler sona nispetledir. Hani o en son nasıl gittiğin önemlidir. Mevla bize kelime-i şehadetle, böyle yüzümüzde tebessümle dünyadan göçüp gitmeyi nasip etsin inşallah... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Buğday mı? Nefes mi? - Biri Bir Gün - B30 | Serdar Tuncer

    Buğday mı? Nefes mi? - Biri Bir Gün - B30 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Yunus Emre" hikayelerini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikayeler; 1 - Anadolu'da Moğol istilasının arttığı bir dönemde Yunus Emre köyünde yaşanan bir kıtlık zamanında adını halka yaptığı yardımlar sayesinde işittiği Hacı Bektâş-ı Velî’nin dergâhına giderek kendisinden köylüsü ve kendisi için buğday ister fakat dergâhta "Buğday mı istersin yoksa nefes mi?" sorusu ile karşılaşan Yunus Emre, bu hikmete akıl erdiremez ve açlık sıkıntısı çeken köylüsü için bir kez daha buğday ister ve yine aynı soru ile karşılaşır. Yeniden buğday cevabını veren Yunus, kendisine verilen buğdayı alarak yola koyulduğu esnada yanlış yaptığını düşünerek geri döner fakat Hacı Bektaş tarafından Tapduk Emre'ye gönderilir ve böylece Yunus Emre'nin tasavvuf yolculuğu başlamış olur. 2 - Yunus her gün dağa çıkıp odun getirirdi ve asla eğri odun yüklenmezdi sırtına. Neden hep düzgün odun getiriyorsun? Hiç mi eğri odun yok bu ormanda? diye sorulduğunda ise yunus şu cevabısı veriyordu; "Tapduk'un kapısına eğri odun yaraşmaz," 3- Yunus Emre Hazretleri Taptık Emre dergahında iken Şeyhi tarafından bir verilen bir emaneti yerine ulaştırmak için yola çıkar. Yolda 2 derviş ile daha karşılaşır. Bu dervişlerle birlikte yol arkadaşlığı ederler. Yolda havadan sudan konular bulup sohbet ede ede yol giderler. Bir zaman sonra acıkırlar ve 2 derviş bir ağacın gölgesine oturur. Yunus Emre'de oturur. Çıkınında ki azığı çıkarmak üzereyken dervişlerden birisi elini açıp dua etmeye başlar ve gökten bir sofra iner. Yunus Emre şaşkındır, gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Bu şaşkınlı içinde yemeklerini yiyip karınlarını doyururlar. Tekrar yola devam ederler. Yol boyunca sohbetler devam eder, saatler geçer gider, gün döner. Akşam hava kararmak üzereyken tekrar dinlenmek üzere yolda uygun bir yere dururlar. Bu defa 2. derviş ellerini açıp dua etmeye başlar. Duanın ardından gökten yine bir sofra iner. Yunus Emre yine şaşkın bakışlar eşliğinde yemeğini yer. Bu defa içine şöyle bir vesvese düşmüş olur. Bu zat-ı muhteremler evliya olsa gerek keramet gösteriyorlar der. Ya benden de dua edip gökten sofra indirmemi isterlerse ne yaparım der. Karınlarını doyurduktan sonra bir süre uyurlar ve tekrar yola koyulurlar. Sabaha kadar yürüdükten sonra tekrar acıkırlar. Yine bir ağaç altına durup otururlar. Dervişlerden birisi Yunus Emre'ye ; ''hadi bakalım derviş, dua et soframız insin karnımızı doyuralım'' der. Yunus Emre korku ve panik içerisinde ne yapacağını bilemez. Ellerini açıp dua eder. "Ya Rabbim. Sen bu Yunus kulunu mahçup eyleme. Gökten sofra indirmek kim, ben kim. Bu zat-ı muhteremler neye dua ettilerse bende sana onun için dua ediyorum. Dualarının kabulüne mashar olan şey için duamı kabul eyle'' der ve elini yüzüne sürer. Gökten bir sofra iner ki muazzam mı muazzam, mükemmel mi mükemmel. Tabir-i caiz ise Yunus için inen sofranın yanında diğer iki dervişin sofrası atıştırmalık gibi kalır. Diğer iki derviş muazzam sofrayı görünce şaşırırlar ve merak ederler. Ne diye dua ettin de bu sofra indi şeklinde sorular sormaya başlarlar... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Padişahın İşi Ne! - Biri Bir Gün - B29 | Serdar Tuncer

    Padişahın İşi Ne! - Biri Bir Gün - B29 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Nalıncı Baba" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Sultan Murat Han, o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşe ile üzüntü arasında gidip gelmektedir. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: – Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var? – Akşam garip bir rüya gördüm. – Hayırdır inşallah? – İnşallah hayr olur, öğreneceğiz. – Nasıl yani? – Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. Padişah ve vezir, derviş kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada gözüne yerde yatan bir ceset ilişir. Hemen sorar: – Kimdir bu? Ahali: – Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın, sarhoşun biri işte!.. – Nerden biliyorsunuz? – Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz! Bir başkası tafsilata girer: – Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar… Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerede mimli bir kadın varsa takar peşine. Hele yaşlının biri çok öfkelidir: – İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu? Hâsılı, mahalleli döner ardını gider. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah merakla sorar: – Hayırdır, sen nereye? – Bilmem, bu adamdan uzak durmak istersiniz sandım. – Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem… Ama biz gidemeyiz; adam ne olursa olsun bizim teb’amızdır. Defin işini halletmek gerek. Bir nurdur aydınlanır alnında Vezir hemen bir çare önerir: – İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden. – Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha. – Doğru ya! Peki, ne yapmamı emir buyurursunuz? – Dervişliğe devam edeceğiz bir süre daha! Naaşı kaldırmalıyız en azından. – Aman efendim, nasıl kaldırırız? – Basbayağı kaldırırız işte. – Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini… – Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız. – Şurada bir mahalle mescidi var, ama… – Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin? – Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den, en azından Fatih Camii’nden… – Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkânı çoktur. Orada bizi tanıyanlar çıkar. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Hadi yüklenelim… Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah, bakır kazanları vurur ocağa… Usulü erkânınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzünde bir nur hâsıl olur. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın da, vezirin de kanı ısınmıştır bu adama. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine de bir hayli vardır. Bir ara vezir, sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır ve: – Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba… – Neden, ne yaptık ki? Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Aşık Olan Neylesin? - Biri Bir Gün - B28 | Serdar Tuncer

    Aşık Olan Neylesin? - Biri Bir Gün - B28 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Yavuz Sultan Selim Han ve Hasan Can" hikayeleri anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikayelerden birkaçı; Rivayete göre mısır seferine çıkacakları gün kayıkla Üsküdar’a geçerken Sultan, yoldaşına takılarak; “Hasan Can kahvaltı yaptın mı?” diye sorar. Hasan Can, “Beli (evet) sultanım!” cevabını verir. “Yumurta seversin değil mi? diye soran Sultan’a Hasan Can; “Beli sultanım!” der. Aradan yıllar geçer. Yollar, yıllar savaşlar ve zaferlerden sonra nihayet Mısır seferinden dönerken İstanbul’da yine sandalla bu kez Sarayburnu’na dönerken Sultan Selim ansızın Hasan Can’a döner; “Nasıl bre?” diye sorunca cevap ışık hızıyla gelir: “Rafadan sultanım!” ... Mısır Seferinden döndükten sonra, Edirne’ye hareket etmek üzere olan Yavuz Sultan Selim, Hasan Can’la saray bahçesini gezerken sırtına batan bir şeyden şikayet eder. Sultan’ın düğmelerini çözüp sırtında henüz baş vermiş, etrafı kızıl, olmamış katı bir çıban gören Hasan Can, “Padişahım büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak uygun değildir, bir münasip merhem koyalım.” deyince, Yavuz; “Biz çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara müracaat edelim.” şeklinde karşılık verir. Daha sonra hamamda çıbanı ovduran Sultan Selim, yaranın büyümesi üzerine Hasan Can’a; “Seni dinlememekle kendimizi telef ettik.” demektedir. Hastalığının ağırlaşmasına rağmen hedefi olan Macaristan’a doğru Edirne’den yola çıkan Sultan Yavuz, Sırt köyüne gelindiğinde hareket edemeyecek kadar takatsiz düşer. Yattığı yerden bir ara nedimine dönerek; “Hasan Can, bu ne haldir?” buyurunca, Hasan Can ise “Sultanım Allah'u Teala ile olacak zamandır.” der. Yavuz ise “Hasan Can bizi bunca zamandan beri kiminle bilirdin? Cenab-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu gördün?” dedikten sonra ondan Yasin suresini okumasını ister. Hasan Can, Yasin suresini okurken Padişah da kendisine iştirak eder. İkinci defa okurlarken, 'Selamun kavlen min Rabbirrahîm' ayetini okuduktan sonra Kelime-i Şehadet getiren Yavuz, ruhunu teslim eder. Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Cennete Gitmek Aslında Çok Kolay - Biri Bir Gün - B27 | Serdar Tuncer

    Cennete Gitmek Aslında Çok Kolay - Biri Bir Gün - B27 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Hazreti Musa'nın (a.s) Cennetteki Komşusu" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Musa Aleyhisselam bir gün: “Ya Rabbi, Cennet’te benim komşum kim olacak, bana bildir de gidip onunla görüşeyim.” dedi. Musa Aleyhisselam’a şöyle vahiy edildi: "Falan beldeye git! Orada çarşının başında bir kasap dükkanı var. O dükkanın sahibi olan kasabı gör! O veli bir kulumdur. Yalnız bilesin ki, onun çok önemli bir işi vardır. Çağırırsan gelmez. İşte o senin cennetteki komşundur." Musa Aleyhisselam hemen bildirilen yere gitti. Kasabı buldu ve ona: “Ben sana misafir geldim.” dedi. Kasap, Musa Aleyhisselam’ı tanımıyordu. Ona ‘Hoş geldin’ deyip bir kenara oturttu. Dükkandaki işi bitince de alıp evine götürdü. Evinin baş köşesine oturtup çok ikramda bulundu. Musa Aleyhisselam, ev sahibini dikkatle takip ediyordu. Ev sahibi kasabın ocakta çömlek içinde et pişirdiğini gördü. Et pişince çömlekteki eti küçük küçük parçalara ayırdı. Bunları bir tabağa koyup bir kenara bıraktı. Sonra bir et parçası daha çıkartıp, onu da misafiri Musa Aleyhisselam’a ikram ederek dedi ki: “Benim önemli bir işim var. Sen beni bekleme yemeğini ye!” Sonra da yanından ayrıldı. “Önemli bir işim var.” deyince, Musa Aleyhisselam, ‘önemli işi nedir’ diye merak etti ve gizlice kasabı takip etti. Kasap, Musa Aleyhisselam’ın yanından ayrıldıktan sonra, yandaki odaya geçti. Duvarda asılı duran büyük bir zembili indirdi. Zembilde çok ihtiyar, mecalsiz bir kadın vardı. Kadına küçük küçük parçaladığı etleri yedirdi. Karnını güzelce doyurduktan sonra, altındaki kirlenmiş bezleri aldı, yerine temizlerini koydu. Sonra kirli bezleri yıkayıp astıktan sonra ellerini yıkayıp Musa Aleyhisselam’ın yanına geldi. Daha yemeğe başlamadığını gören kasap sordu. “Niçin yemeğe başlamadınız?” Musa Aleyhisselam, “Sen bana zembildeki sırrı söylemedikçe bir lokma bile yemem.” dedi. “Mademki merak ettin anlatayım: Ey misafir, bu zembildeki benim yaşlı annemdir. Çok yaşlı olduğu için takatten düştü. Evde bakacak başka kimsem de yok. Evleneceğim; fakat hanımım annemi incitir, onu üzer diye evlenemiyorum. İşe gittiğimde herhangi bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu gördüğün gibi bir zembile koydum. Her gün gelip iki öğün yemek yediriyorum. Diğer hizmetlerini de görüp gönül rahatlığıyla işime gidiyorum.” Bunun üzerine Musa Aleyhisselam dedi ki: “Ancak anlamadığım bir şey daha var. Sen annene yemek yedirip su içirdikten sonra, dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler söyledi, sen de AMİN dedin. Annen ne söyledi ki amin dedin?” “Annem, her hizmet edişimde ‘Allah seni Cennet’te Musa Aleyhisselam’a komşu eylesin’ diye dua eder. Ben, hiç ihtimal vermediğim halde, bu güzel duaya ‘amin’ derim. Ben kimim ki, o büyük peygamberle komşuluk edebileyim. Onunla komşuluk edebilecek ne amelim var ki?” O zamana kadar kim olduğunu saklayan Musa Aleyhisselam, buyurdu ki: “Ey Allah’ın sevgili kulu, ben Musa’yım. Beni sana Allah–u Tealâ gönderdi. Annenin rızasını kazandığın için Cennet–i Â’lâ’yı ve orada bana komşu olmayı kazandın.” Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Vardır Bunda da Bir Hayır - Biri Bir Gün - B26 | Serdar Tuncer

    Vardır Bunda da Bir Hayır - Biri Bir Gün - B26 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Vardır Bunda da Bir Hayır" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Zamanın birinde bir padişah yaşarmış. Padişah avlanmayı çok sever, sık sık avlanırmış. Padişahın aklı-selim, her şeyini ona danıştığı “Her şeyin hayırlısı, her şeyde bir hayır vardır.” cümlesini dilinden düşürmeyen bir de veziri varmış. Padişahın başına bir şey gelse vezir hep; “Padişahım üzülmeyin her şeyde bir hayır vardır.” dermiş. Padişah da vezire bu yüzden çok kızarmış. Yine bir gün padişah vezirine “bugün ava nereye gidelim” diye sormuş, vezir bir yer tarif etmiş. Oraya gitmişler fakat avlanırken padişah elinden yaralanmış, eli kanamış ve elinin yarasını sarmışlar. Padişah vezirine kızmış, “senin yüzünden oldu” demiş. Vezir yine aynı cevabı vermiş ; “Her işte bir hayır vardır padişahım, üzülmeyin.” demiş. Bunun üzerine padişah vezire çok kızıp, ben elimi kesiyorum, sen bana “Her işte bir hayır vardır” diyorsun deyip veziri zindana attırmış. Vezir zindana giderken yine “Her işte bir hayır vardır” deyip gitmiş. Padişah yine öfkelenmiş, “adamı zindana attırıyorum adam yine aynı şeyi söylüyor” demiş. Padişah avlanmak için az bir adamla başka insan ayağı değmemiş bir yere gitmiş, avlanırken oranın yerlileri bunlara baskın yapmış, esir etmişler. Yerliler her gün bir esiri kendi inançları gereği kurban ediyorlarmış, sıra padişaha gelmiş ama onu serbest bırakmışlar. Çünkü yerlilerin inancına göre sakat veya, bir yeri yaralı adamdan kurban olmazmış. Yerlilerin inançları gereği padişah ölümden kurtulmuş. Padişah vezirini düşünüp ona hak vermiş. Hemen ülkesine dönüp vezirini serbest bıraktırmış. Pişman olmuş, af dilemiş vezirden. Ama yine soruyu sormuş; “Hadi benim elimin kesilmesini anladık, peki senin zindana girmendeki “hayır” nedir demiş. Vezir de; “bende zindana girmeyip sizinle gelseydim, yerliler şimdi diğerleri gibi beni de kurban etmiş olacaklardı demiş.” Herşeyin en hayırlısını bilen yalnızca Allah’tır. Başımıza bir musibet, bir bela geldiği zaman hemen öfkelenmemek lazım. Her işte vardır bir hayır. İşiniz yolunda gitmiyorsa, sıkıntılarınız varsa her zaman bu hikayeyi aklınıza getirin. Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Cennetteki Mutsuz Adam - Biri Bir Gün - B25 | Serdar Tuncer

    Cennetteki Mutsuz Adam - Biri Bir Gün - B25 | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Selden Adam Kurtaran Adan" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Senelerce önce, bir adam büyük sel felaketi yaşayan bir memlekette bir çok kişiyi selden kurtarmış. Herkes büyük sevinç yaşamış ve bu adama karşı hayranlıklarını her defasında dile getirmişler. Cesareti ve yaptığı iyiliklerin ağızdan ağıza dolaşması neticesinde zamanla bu şahıs 'Selden Adam Kurtaran Adam' diye tanınır olmuş. Çok uzak diyarlardan bir sürü insan bu selden dam kurtaran adamı görmek ve maceralarını dinlemek için akın etmişler. Selden adam kurtaran adam da yaşadıklarını ve kahramanlıklarını herkese anlatır olmuş. Bu hal adamda öyle bir alışkanlık haline gelmiş ki, hayatta en çok zevk aldığı olay selde yaşadıklarını ve nasıl adam kurtardığını anlatmak olmuş. Zamanı gelmiş, vadesi dolmuş ve meşhur 'Selden Adam Kurtaran Adam' vefat etmiş. Tabii iyi bir insan olduğu ve insanlara faydalı işler yaptığı için cennete buyur etmişler adamı. Adam büyük bir neşe ile cennete girmiş. Günler güzel güzel geçerken zaman gelmiş adam hayatında bir şeylerin eksik olduğunu fark etmiş. Adam düşünmüş, taşınmış ve bu eksikliğin 'Selden Adam Kurtaran Adam' diye meşhur olduğu hadiseyi kimsenin dinlemeye gelmemesi olduğunu fark etmiş. Canı sıkkın bir vaziyette dolaşırken 'burası cennet ne dilersem olur' diye düşünüp, sorumlulara bir isteği olduğunu bildirmiş. Adam burada kimsenin kendisinin selden nasıl adam kurtardığını sormadığını ve bu maceralarını anlatamadığı için canının çok sıkıldığını söylemiş. İsteğini dinleyen sorumlular, selden adam kurtaran adamın hikayesini anlatabilmesi için cennette bir konferans ayarlayabileceklerini söylemişler. Adam çok sevinmiş ve yeniden dünya günlerindeki gibi kendisine hayran bir kitlenin toplanacağını ve yeniden eski mesut günlerine döneceğini düşünmüş. O yüzden de adam konferans gününü iple çekmeye başlamış. Nihayet konferans günü gelmiş ve deniz kenarında muhteşem bir platform kurulmuş. Dinleyiciler gelip yerlerini almışlar. Selden adam kurtaran adam büyük bir heyecan ve gururla kürsüye doğru yönelmiş. Tam konferansına başlayacakken bir sorumlu yanına gelmiş ve heyecandan kalbi fırlayacak gibi atan 'Selden adam kurtaran adamın kulağına şu ifadeleri fısıldamış; 'Efendim, şu en önde oturan uzun beyaz sakallı zatı görüyor musunuz?' Adam her halinden önemli biri olduğunu hissettiği dinleyiciye bakmış ve böyle bir şahsın dahi kendisini dinlemeye gelmesine sevinerek 'Evet' demiş. Ne güzel değil mi? Kimdir bu zat? Sorumlu; 'O şahıs Nuh Peygamberdir efendim, anlatırken biraz dikkatli olursanız iyi olur' demiş. Kıssadan hisse; Hiç kimse vazgeçilmez değildir, Herkesin anlatacak bir hikayesi vardır, yaptığımız işlerle övünürken dikkatli olmak gerekir, işleri sizden daha iyi yapan birisi daima vardır.... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Kuşlarla Sohbetin Şartları - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Kuşlarla Sohbetin Şartları - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Serdar Tuncer ile “Biri Bir Gün” her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet ediyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları söyledi; Hiçbir şey anlatasım yok bu hafta. Öyle susasım var, içime doğru susasım... Ah bir konuşabilsem, bir konuşacak olsam belki yıllar evvel yazdığım bir dörtlüğü okurdum size; Susar mı şu gönül bir gün gelirde, Duyduğum her bir ses sen olur musun? Erir mi var ve yok gün gelir birde, Aldığım her nefes sen olur musun? Ama konuşasım yok. Susmak enteresan bir şey... Hamuş derler... Belki bugün hamuşana susasım var, şöyle karşılıklı oturup sussak... Çünkü konuşmak o kişinin harcı ki; sükutu da bir şey anlatsın arz edebiliyor muyum? Şah-ı Nakşibend (k.s) buyurmuşlar ya hani; "Bizim sükutumuzdan istifade edemeyen, susuşumuzdan hiçbir şey anlamaz." Ölçüyü böyle koymuşlar. Susuşu fayda etmeyen zatın, konuşmasından da bi fayda olmaz. Hatta bi tık yukarı çıkarıp demişler ki; Nazarı fayda etmeyenin, sohbetinin de bir tesiri olmaz... Yani susmanın da ötesinde bakacak ve hali değiştirecek, konuşmak o kişinin hakkı. Susacak ve halini karşısındakine giydirecek, konuşmak o kişinin hakkı. Had bilmek diye bahsediyoruz ya bazen, haddini ve hududunu bilmeye bu da dahil. Bir zat senelerce bir mağarada halvete çekilmiş. Senelerce kalmış orada, ibadetle, taatle, zikirle meşgul olmuş. Yıllar sonra dışarı çıktığında çevre ahalisi de toplanmış, acaba hazret bunca yılın tecrübesinin üstünden bize bir sohbet eder mi, bize bir şey söyler mi? diye... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...