MyMecra
Beraber Yürüyelim / Bizi Takip Edin

Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

12 Video Bulunuyor

Bu programda yüzyıllardır anlatılan, her anlatılışta yeniden canlanan ve bir hikmete, bir inceliğe can katan hikayelerimizden bir demet bulacaksınız. Serdar Tuncer, 25 yıldır ekranlarda ve sahnelerde anlattığı hikayeleri yeni bir üslup, özgün bir formla yeniden beğenimize sunuyor. “Biri Bir Gün” şimdiden bir MyMecra klasiği...

  • Şah-ı Nakşıbend Hazretleri - B46 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Şah-ı Nakşıbend Hazretleri - B46 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de Merkad-ı Şerifinden Şah-ı Nakşıbend Hazretlerini anlatıyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Selamın aleyküm erenlere gönül verenler. Erenlerin diyarından muhabbetle selamlıyoruz efendim sizi. Semerkand'a yakın Kasr-i Arifan Külliyesi'ndeyiz. Böyle dediğim vakit Kasr-i Arifan Külliyesi'nin ne manaya geldiğini bilenler bir ahh ettiler gönülden çünkü Şah-ı Nakşıbend Efendimizin (k.s) Merkad-ı Şerifi'nin hemen yanı başından sizlere sesleniyoruz. Rabbim makamını âli, derecatını yüksek eylesin, şefaatlerinden mahrum kılmasın. İnşallah, gönül vermenin hakkı neyse o hakkı yerine getirmeye gayret edenlerden eylesin bizi. Sevmenin hakkı ne ise, o hakkı ifa etmeye gayret edenlerden eylesin bizi niyazım odur... Bahaüddin Nakşıbend Efendimiz (k.s)... Nakşıbend, babasının da meşgul olduğu sanatla gençliğinde uğraştığı için nakış işleyen, nakış yapan manasına Nakşıbend denilmiş hazretime... Bir başka rivayet Allah Lafsa-i Celalini kalbine ve dahi kalplere nakşetmenin usulünü, metodunu ortaya koyan zat olduğu için Nakşıbend denilmiş... Bahaüddin Nakşıbend Efendimiz Kasr-i Hinduvan'da doğuyor ve o doğmadan az bir zaman önce Baba Semmasi Hazretleri (k.s) o zamanki adıyla Kasr-i Hinduvan'ın önünden geçerken dönüp diyor ki; "İnşallah bir gün burası Kasr-i Arifan olur." Hinduvan; siyah yüzlü, siyahi diyebileceğimiz kişilerin köyü manasına, Arifan; Ariflerin Sarayı, Ariflerin Köyü... Böyle bir dua ediyor. Bu duada bir işaret var. Bu köyden doğacak olan bir zata bir işaret... Nitekim Şah-ı Nakşıbend Efendimizin yeni doğduğu günlerde yine Kasr-i Arifan'ın önünden geçerken Baba Semmasi (k.s) diyecektir ki; "Bu evden misilsiz bir er kokusu geliyor." Misilsiz er dünyaya gelmiştir... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Beni Yakan Bendendir! - B45 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Beni Yakan Bendendir! - B45 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Şeyh Adli'ye Aşık Olan Padişah Kızı" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta aşktan özge bir dert olmadığını, olmayacağını bilenler. Merhaba efendim. Biz küçücük çocuklardık... Bazen babaannemiz, bazen dedemiz soba başında... Soba da başkadır. Dışarıda lapa lapa kar yağar, kışta başkaydı o zaman. Bizim çocukluğumuzda kışlar kış gibiydi, mevsim mevsimliğinin hakkını veriyordu... Dışarıda lapa lapa kar yağar, soba, sobanın üstünde mısır falan olur, bir güğüm vardır zaten bir köşede, dede bir hikaye anlatırdı bize... Bu Biri Bir Gün'ler taa oralardan doğup geldi işte... Dede anlatır. Neyi anlatır? Guzum derdi, Allah rahmet etsin. Buyur dedecim. Bi adam bi gün oğluna kızmış, ona demiş ki evladım sen adam olamazsın. Oğlanda gönüllenmiş. Sen adam olmazsın... Oğlan çalışmış, gayret etmiş, şunu olmuş, bunu olmuş en son vezir olmuş. Vezir olunca adamlarına demiş ki babamı bi çağırın gelsin bakayım. Adamlar gitmişler ihtiyarı palas pandıras vezir efendi seni çağırıyor getirmişler huzura... Bakmış böyle, baba demiş. Sen adam olamazsın diyordun bak vezir oldum. Babası gülmüş demişki oğlum, ben sana vezir olamazsın demedim ki adam olamazsın dedim. Adam olsaydın ihtiyar yaşta babanı ayağına getirmezdin de kalkar sen onun ayağına gelirdin. Şimdi dede bunu anlatır, su kaynar, mısır patlar, lapa lapa kar aşağı doğru iner, Serdar 5-6 yaşında çocuktur ulaa der vezir olmak adam olmaktan başka bir şey. Yarına kalır... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Kahve İçerken Azrail ile Karşılaşan Hoca - B44 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Kahve İçerken Azrail ile Karşılaşan Hoca - B44 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Cerre Çıkan Hocanın Azrail ile Karşılaşması" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta Azrail Aleyhisselamın bir gün gelip kapıyı çalacağını her bir nefes boyunca bilenler... Gelecek ve bi gün kapıyı çalacak, haydi diyecek. O an biz ne diyeceğiz ve ne halde olacağın bakın bu kıymetli işte... Üstad Necip Fazıl Kısakürek rahmet olsun derdi ki; "Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse, Her kapıda ağlayıp, o kapıda gülümse" Orada gülümsemek önemli... Ya da "Bu dünyada renk, lezzet, nakış ne varsa küsüm; Gözümde son marifet Azrail'e tebessüm" Son anda mütebessim bir çehreyle alıp başı gitmek önemli... Şah-ı Nakşibend Efendimiz buyurmuşlar ki; "Muameleler sona nispetledir." Yani başlangıçta ne yaptın, yürürken ne ettin? Tamam, bunlar kıymetlidir ama en son ne halde olduğun işte o önemli... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Ya Son Nefeste Muhammed (s.a.s.) Diyemezsem - B43 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Ya Son Nefeste Muhammed (s.a.s.) Diyemezsem - B43 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de yaşanmış bir olay olan Dr. Haluk Nur Baki Hoca ve hastası Serap Hanım arasında geçen gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta erenlere gönül verenleri canı gönülden sevenler. Efendim hoşgeldiniz sefalar getirdiniz Biri Bir Gün'de bir söz verdik bir mevzu anlatmak üzere, o mevzu bugünkü Biri Bir Gün'ün mevzuudur. Derler ki; "Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmek" Atalar sözüdür, güzel sözdür... Yahut türküler bazen bir kapı aralar bize de ataların tekabül ettiği, ayet-i celilere denk düşen, hadis-i şeriflerde yeri olan, ariflerin nutk-u şeriflerinde, hikmetli sözlerinde yeri olan bir hakikate işaret ediverir... Diyor ki; "Nakt ile pazar eyleriz, veresi pazar bilmeyiz. Ol dosta nazar eyleriz, gayrıya nazar bilmeyiz." “Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede Hak, Padişah konmaz saraya, hâne ma’mûr olmadan.” ya da Niyaz-i Mısri Sultan; "Ben taşrada arar idim, ol cân içinde cân imiş" diyor. Söz verdiğimiz mevzu şuydu; Haluk Nur Baki Hoca, Allah rahmet etsin, menzilini mübarek, makamını ali, mekanını cennet eylesin, şefaatlerinden mahrum etmesin, ümmeti Muhammed'e Fethi abi öyle derdi; "72 bin evliya dölü olan bu mukaddes Anadolu toprağı" işte bu mukaddes Anadolu toprağının mahzun, mazlum, masum insanına hizmetkar olmuş güzel gönüllerden birisi... Bak geldi, göçtü ama arkasından hayırla yad ediyoruz. Nerede? Bir programın içinde... Biz de geldik, bir gün biz de göçeceğiz. Bizi nerede zikredecekler, nasıl zikredecekler? Bir dua ile, bir Fatiha ile mi yad edecekler yoksa kurtulduk mu (Allah muhafaza) diyecekler... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Sadece Salavat Okuyan Gencin Hikayesi - B42 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Sadece Salavat Okuyan Gencin Hikayesi - B42 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Kabe'yi Tavaf Ederken Sadece Salavat Okuyan Genç" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Bir veliyullah (bir rivâyet göre Bayezid Bestami Hazretleri), Kabe'yi tavaf ederken bir delikanlı nazar-ı dikkatini celbeder...Bu delikanlı her rükünde okunması lazım gelen duaları okumak yerine daima Resulullah'a salât etmektedir...Tavaf bittikten sonra, o gence seslenerek "Evlâdım! Her rüknün bir duası vardır, sen bunları bilmiyorsan ben sana öğretirim" buyururlar... Delikanlı cevaben der ki: O duaları ben de bilirim ama ben ahd ettim, bundan sonra hiçbir dua okumam, sadece salât ü selâm okurum... O veliyyullah delikanlıya sormuş: Bu hususta sana ne gibi bir bilgi ulaştı? Ya da bir şey mi müşahede ettin? Delikanlı hikayesini şöyle anlatmış: Biz Horasan'dan geliyoruz... Yolda babama ecel erişti ve vefat etti... Fakat babam ölünce şekli değişti, insan sûretinden başka bir sûrete büründü... Babamın o hâlini görünce üzüntüm iki katına çıktı... Bir tarafdan babamın öldüğüne üzülürken, bir de o çirkin hâle dönüşmesi beni perişan etti... Halkın diline düşmek korkusuyla kimseye de birşey söyleyemedim ve o dehşetli sıkıntı içinde, Cenâb-ı Hakk'a ağlayarak yalvardım ve içine düştüğümüz bu durumdan bizi kurtarması için dua ettim... Bir aralık çadırın perdesi açıldı ve içeri nurani bir zat girdi... Doğruca babamın yattığı yere giderek, babamın cesedini başından ayağına kadar elleriyle sıvazladı... Bir de ne göreyim!... Babam eskisinden de güzel bir hâle gelmişti... Hemen o nurani zatın ayaklarına kapandım ve sordum: Siz kimsiniz? Bize ne büyük bir lütufta bulundunuz... O zat şöyle cevap verdi: Ben sizin peygamberiniz Muhammed Mustafa'yım...Babanı uğradığı bu felaketten kurtarmaya geldim...Gerçi baban günahkâr bir adamdı ama bana her gece yüz kere salât okurdu...Bana onun salâtını haber veren melek, öldüğünü bildirip bu felâketini haber verince gelip onu bu hâlden kurtardım... Hikayesini anlattıktan sonra o delikanlı demiş ki: Ben bunu gördükten sonra artık başka bir dua okumam, sadece Hazret-i Peygamber'e salât okurum... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Domuz Çobanı Süleyman ve Müslüman Olan Kral Kızı - B41 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Domuz Çobanı Süleyman ve Müslüman Olan Kral Kızı - B41 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "İmansız Ölen Hoca ve Talebesi Eliyle Müslüman Olan Kral Kızı" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Osmanlı Avusturya seferine çıkmak için hazırlık yapıyordu… Molla Süleyman Efendi, seferde yer almak için ordu şeyhine, dervişlerle birlikte sefere katılmak isteğini bildirdi ve kabul gördü… O dönem dervişler en ön safta yer alıp, düşmana korku salar, yıldırır, getirdikleri tevhitlerle Peygamber ordusuna nefer olurlar… Er meydanını onlar açardı… Gün geldi Viyana kapılarına dayanıldı… Kuşatma uzadıkça karşılıklı kayıplar veriliyor, esirler alınıyordu… Esir düşen Osmanlı askerlerinin içerisinde Süleyman Efendi’de vardı… Her esire, sivil hayatta yaptığı iş sorulup, ilgili alanda çalıştırıyorlardı… Süleyman Efendi’nin Müslüman din adamı olduğunu öğrenince, kendilerince aşağılamak istediler… -Sen domuz çobanı olacaksın! dediler… Süleyman Efendi görevine başladı… Krala ait olan domuzları saraya yakın bir alanda otlatıyor ilgileniyordu… Ancak bir esirin rahatlığındaki günlerini, cebinde taşıdığı musaftan sesli olarak Kuran ı Kerim okuyarak dayanılır kılıyor… sabrediyordu… yine böyle bir günde ruha safa veren tilavetiyle Kur’an okurken, nedimesiyle ormanda gezen Kralın kızı ilk defa duyduğu bu sözcüklerin cezbesine kapılıp o yöne doğru gitti uzaktan Süleyman Efendiyi sessizce dinleyip saraya döndüler… Duyduğu sözcüklerin tesirinden kurtulamayan Kralın Kızı kendisine tesir eden bu hitabı unutamıyordu… Bir gece rüyasında, tarifsiz bir karışıklık ve dehşet içerisindeki sayamayacağı kadar çok insanın feryat figanları ve ateşe atılmamak için sağa sola koşuşturmasının ortasında kalmış… Bu insanlar içerisinde sadece bir zümre dillerin tarif edemeyeceği güzellikteki bir zatın yine dillerin tarif edemeyeceği makamına koşup şefaat isteyip nardan azad oluyorlarmış… Ben de bu zatın yanına varayım ben de şefaat isteyeyim demiş… Yanına vardığı eşi ve benzeri olmayan O zattan şefaat istemiş kurtuluş istemiş… O zat-ı akdes evladım sen benim dinimden değilsin sana şefaat edemem deyince… Siz kimsiniz bende sizin dininize dahil olayım demiş… Kızım ben Nebilerin sonuncusu, Peygamberler peygamberi HZ. Muhammed Mustafa’yım (SAV)… Benim dinimi öğrenmek istiyorsan babanın esiri olan Süleyman’a git… Bu rüyadan uyanan Kralın Kızı soluğu Süleyman Efendinin yanında almış… Süleyman Efendi’nin yanına geldiklerinde aynı rüyayı bende gördüm diyen Süleyman efendi Kral Kızı’nın din- i Mübin i İslam ile müşerref olmasını sağlamış… Esareti sırasında şeriatını ahkamını ve Kur an’ ı öğretmiş… Ancak Müslüman olduğu gerçeğini herkesten gizlemek zorundaymış… Aradan geçen sürede Kral Kızını evlendirmek istemiş… İmanla müşerref olan Kralın Kızı bu evliliği yapamayacağını işin içerisinden nasıl çıkacağını düşünerek bitap düşmüş, hüznü ve çaresizliği dayanılmaz bir hal almış… Yine bir gece rüyasında İki Cihan güneşi, Habib- i Hüda, Şefii Ruz i Ceza, Rahmetenlil alemin olan Efendimiz'i (SAV) görüp kendisine kavuşacağı müjdesini almış… Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Cennetten Gelen Altınlar - B40 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Cennetten Gelen Altınlar - B40 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Malik İbn Dinar ve İki Mecusi Kardeş" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Mâlik İbn Dînâr zamânında, Mâlik İbn Dînâr ki tâbiînin ileri gelenlerindendir, iki tane mecûsî yani ateşperest kardeş varmış. Var ya Allah'ı bırakıp ateşe tapan sersemler. Bu iki ateşperest kardeş demişler ki, "Diyâr-ı Arab'da bir peygamber çıkmış, ismi Muhammed'miş, O'nun dîni şöyleymiş, böyleymiş, gidelim soralım bakalım, tahkîkât yapalım, bu dîn nasıldır, eğer bu dîn iyi bir şeyse bu dîne girelim. Çünkü senelerden beri dedelerimiz bu ateşe tapıyor. Dedelerimizin dedesi hep bu ateşe tapıyor. Eğer bu ateşde bir kerâmet varsa, tapınmamız bir işe yaradıysa, elimizi ateşe sokalım, elimiz yanmazsa, demek ki bunda bir şey var, ama eğer elimizi yakarsa, bu âbâ u ecdadımızın yaptığı ibâdet nereye gitti?" demişler. İkisi de ellerini ateşe sokmuşlar, ikisinin de eli yanmış. Yanınca, "Bunda hayır yok" demişler. "Çünkü dedemizin dedesi hep buna tapmış, bu hâlâ bizim elimizi yakıyor. Biz bundan bir menfaat görmedik. Yani bunun hiç cemâlini görmedik hep celalli bu" demişler ve oradan iki kardeş beraberce yollara düşmüşler. Biraz yürüdükten sonra büyük kardeş demiş ki, "Ben babamın dîninden dönmeyeceğim, ben vazgeçtim" demiş. Küçüğü, "Peki sana güle güle, ben gideceğim" demiş, büyük dönmüş, o küçük gele gele, Mâlik İbn Dînâr'ın vaaz ettiği mescide gelmiş. Gelmiş mescidde bir kenara oturmuş ve Mâlik İbn Dînâr'ı dinlemiş. Mâlik İbn Dînâr Hazretlerinin ağzından dürr ü güher yani inci ve cevher dökülüyor yani o kadar güzel konuşuyor. Kur'ân'dan, Hadis'den, velîlerin menâkıbından, Peygamberimizin sözlerinden konuşuyor, herkes vâlih u hayran böyle mest olmuşlar onu dinliyorlar. O da araya girmiş, oturmuş, dersi dinlemiş. Ders, vücûdunun her tarafına tesir etmiş. Ders bittikten sonra ayağa kalkmış, "Yâ Şeyh! Ben bir ateşperestim. Ben ceddimin dîninin bâtıl olduğunu anladım. Biz hiç de kütüb-i semâviyyeyi işitmedik. Ne Tevrat işittik, ne Zebur, ne İncil ne Suhuf ne de Kur'an. Şimdi geldim sizi dinledim, ben İslâm'a aşık oldum. Demek ki herşey İslâm'ın içerisindedir. Ben İslâm olacağım, bana İslâm'ı arz et" dedi. Hazret-i Şeyh ona "İslâm gayet kolay. Allah'a şehâdet etmen ve Resulullah'a şehâdet etmen, beş vakit namaz kılman, senede bir ay oruç tutman, zekat vermen, gücün kuvvetin yerinde ise ömründe bir defa haccetmendir" dedi. "Bu kadar mı?" diye sordu, Hazret-i Şeyh "Bu kadar" deyince o da "Öyleyse inandım" dedi ve islamını izhâr etti. Şeyh ona "Sen ne iş yapıyorsun" diye sordu. "Ben sabahleyin işe çıkarım, ne iş bulursam onu yaparım, yani yevmün cedîd rızkun cedîd geçinen bir insanım, tüccar değilim, dükkanım yok, sermâyem de yok, bedenimle çalışıyorum ve onunla geçiniyorum" dedi. Hazret-i Şeyh, "Ailen, çocukların var mı?" diye sordu. "Var, âilem ve altı tane çocuğum var" dedi. Şeyh dedi ki, "Madem öyle, şimdi senin paran yoktur, ben cemaate söyleyeyim, sana biraz para versinler" dedi. "Yook! Ben o parayı katiyen kabul edemem" dedi. Hazret-i Şeyh "Niçin?" diye sordu... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Çoban Kazandı Çoban! - B39 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Çoban Kazandı Çoban! - B39 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Çoban Kazandı" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Hz. Hadimî medresesinde öğrencilerine ders verirken arada sırada "Kazandı, kazandı, çoban kazandı." dermiş. Bu medresedeki öğrencilerin dikkatini çekmiş. Bir gün dayanamayıp "Hocam! Ders verirken bazen 'Kazandı, kazandı, çoban kazandı.' diyorsunuz. Bunun sebebi nedir?" diye sormuşlar. Hz. Hadimî başlamış anlatmaya: "Bir gün üç arkadaş seyahat esnasında yorgun düştüğümüz sırada bir su kaynağının başına geldik. Dinlendikten sonra abdest alarak namazlarımızı kıldık. Sonra karnımızı doyurduk. Sohbet etmeye başladık. Ne yapalım derken aklıma bir fikir geldi ve arkadaşlara söyledim. 'Gelin dua edelim, belki Allah'ın(c.c) dualara icabet anını yakalarız.' Onlarda kabul ettiler. Önce ben 'Allah'ım şükürler olsun bana ilim, irfan verdin. İlmimi sürekli arttırdın. Bana yüksek bir yerde medrese ver de, senin bana lütfettiğin bu ilmi başka talebelere aktarayım.' diye dua ettim. Hepimiz 'Amin!' dedik. İkinci arkadaş bir tacirdi. O da 'Allah'ım ben kervanlarda uzun yolculuklar yapar nafakamı çıkarmaya çalışırım. Uzun zaman ailemden uzak kalırım. Şükürler olsun nafakamızı çıkarırım lakin emeğimin karşılığı az olur. Şükür ederim ama ailemi düşünürüm. Benim yolculuklarımı bereketlendir, ailemden daha az uzak kalayım.' diye dua eder. Hepimiz tekrar 'Amin!' deriz. Sıra son arkadaşımızdaydı. O bir çobandı. Sürülere çobanlık yapardı. Çok kısa dua etti. O 'Allah'ım, beni razı olduğun kulların zümresine ilhak ettir.' diye dua etti. Hepimiz yine 'Amin!' dedik. Yıllar geçti Allah'ın(c.c) dualarımıza icabet ettiği anı yakalamıştık. Ben bir medrese sahibi oldum. Tacir arkadaş kervanların sahibi oldu ve ailesinden uzak kalmadı. Çoban arkadaşımızı ise o günden sonra hiç görmedim. Sağ mıdır, yoksa emaneti sahibine teslim etmiş midir bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki aramızda en büyük duayı o yaptı. Bu yüzden sürekli 'Kazandı, kazandı, çoban kazandı.' derim." demiş... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Kâbe'de 1000 Altın Bulan Genç - B38 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Kâbe'de 1000 Altın Bulan Genç - B38 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Kabe'de 1000 Altın Bulan Genç" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Gencin birisi Kabe’de hep; – “Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana Hamd-ü Sena ederim,” diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi: – “Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?,” der. O da anlatır: Yedi sekiz sene önce yine Kabe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses: – “Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın” diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi – “Şöyle bir torba bulan var mı?” diye bağırıyordu. Çağırdım onu. – “Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?” diye sordum. Torbayı tarif etti ve “İçinde bin altın vardı” dedi. – “Torban burada.” diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, – “Bu köle için ne istiyorsunuz?” dedim. “Otuz altın dediler”. Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki, – “Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma.” dedi. O kişiler yanıma geldi. – “Bu esiri bize satar mısın?” dediler. “Satarım.” dedim. “Altmış altın verelim.” dediler. Ben de “Olmaz.” dedim. – “Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz” dediler. – “Öyleyse gidin pazardan alın.” dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuz bin altın ile işyerleri açtım. Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım, – “Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim.” dediler. – Ben de “Olur.” dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, “Bu nedir?” dedim. – “İçinde 970 altın var. Babam Kabe’de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi” diye anlattı. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbim’e hamd ederim... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Bilene, Görene, Köre Ne! - B37 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Bilene, Görene, Köre Ne! - B37 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de kul hakkının inceliğini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Aslan, kurt ve tilki arkadaş olup avlanmaya çıkmışlar. Günün sonunda, bir öküz, bir keçi ve bir de tavşan avlayan kafadarlar avlarını bir mağaraya getirmişler. Aslan kurda dönerek “Hadi bakalım!” demiş. “Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım.” Demiş. Kurt ezile büzüle: “Ey büyük sultanım.” Demiş. “Şu öküzü siz buyurun, keçi benim, tavşanda tilki kardeşin olsun.” Demiş. Aslan birden çok kızmış. Ve “Bre küstah!” demiş. Sen kim oluyorsun? Ben varken sana pay etmek düşer mi?” Sonra da bir pençe darbesiyle kurdu yere sermiş. Bu kez tilkiye dönüp “Öyle aval aval bakma da paylaştır şu avları bakalım.” Demiş. Tilki “Pay etmek haddim değil ama madem emir buyurdunuz söyleyeyim. Tavşan sabah kahvaltınız, öküz öğle yemeğiniz olur. Keçiyi de akşam yersiniz.” Demiş. Aslan bu paylaştırmadan çok hoşlanmış ve tilkiye, bu kadar adil bir paylaştırmayı nereden öğrendiğini sormuş. Tilki de: “Yüce efendim!” demiş. “Şu haddini bilmez kurdun halinden öğrendim.” Demiş. Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Kuşlara Yem Veren Mecusinin Hikayesi - B36 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Kuşlara Yem Veren Mecusinin Hikayesi - B36 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerini ve hikayelerini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bir kış gününde Bağdad camilerinin önünde bir mecûsînin kuşlara yem attığını görüp ona şöyle dedi: -Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun. Allahü teala, evvelâ îmanı farz kılmış, geri kalan hayır hasenatı ondan sonra emretmiştir, îman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah indinde makbul değildir. Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin bu sözlerine mecûsînin cevabı şöyle oldu: -Ben de biliyorum kabul olunmayacağını. Fakat Allah bu yaptığımı görmez, bilmez mi? Cüneyd-i Bağdadî de; -Elbette görür ve bilir, deyince, mecûsî; -Öyleyse o da bana yeter, deyip kendi bildiğine devam etti... Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor: “Aradan hayli zaman geçti. Kâbe-i Muazzama’yı çok arzulamıştım. Hac mevsiminde Mescid-i Haram’a gelip tavaf yapmakta idim. Bu esnada bir adamın ellerini açmış Allaha yalvarmakta olduğunu, hatta gözlerinden sel gibi yaşlar akıttığını gördüm, iyice dikkat ettim, o zat karlı bir havada kuşlara yem veren mecûsî idi. Tavaftan sonra yanına yaklaşıp hemen kollarından yakaladım. Beni tanımıştı. -İşte Allah gördü ve bildi, deyip hayretle yüzüme bakarak Kelime-i şehâdeti getirdi ve ruhunu gözümün önünde orada teslim etti. O anda bana gaibden şöyle hitap olundu: “Ya Cüneyd! Sen Beytimi arzu ederek geldin ona kavuştun. O ise beni arzu ederek geldi bana kavuştu.” Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Geri Çevrilmeyecek Dua Nasıl Edilir? - B35 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Geri Çevrilmeyecek Dua Nasıl Edilir? - B35 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

    Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer bu hafta Biri Bir Gün'de "Hayvanların Dilini Öğrenmek İsteyen Adam" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer’in Biri Bir Gün’de anlattığı hikaye; Bir gün Hz. Musa'ya genç bir adam geldi. - Ey Musa! Bana hayvanların dilini öğret. Bu şekilde kur-dun-kuşun sözlerini duyayım da, dinime ait işlerde ibret sahibi olayım. Bakıyorum da bütün insanlar ekmek, su, şan, şeref, makam, mevkî ve karın doyurmaktan başka şey konuşmuyorlar. Belki hayvanlar alemi insanlardan daha farklıdır. Dünyadan göçme zamanına ait bilgi ve tecrübeler vardır, dedi. Hz. Musa genç adama: - Git! Bu isteğinden vazgeç. Bu istek her zaman tehlike getirir. İbret almayı ve uyanmayı kitaptan, sözden, harften ve dudaktan değil, Allah'tan iste, diye tavsiyede bulundu. Hz. Musa'nın kendisine istediğini vermemesi, tam tersine engellemesi adamın isteğini iyice artırdı. Zaten insan men edildiği şeye istekli olur. Yasak, arzu uyandırır, derler. Genç adam bir müddet sonra Hz. Musa'nın karşısına tekrar çıktı. Türlü diller dökerek: - Ey Musa! Dünya ve içindekiler senin nurunla kıymet buldu. Sen öyle cömert ve istekleri kabul eden birisin ki benim bu isteğimi geri çevirmek senin gibi kerim ve cömert birine yakışmaz. Sen ki”Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez” diyen Cenab-ı Hakk'ın halifesisin. Eğer benim ümidimi boşa giderirsen, isteğimi yerine getirmezsen beni üzersin, diye ısrar etti. Hz. Musa adamın bu tavrı karşısında Rabbiyle konuştu. Çünkü Hz. Musa'nın bir özelliği de kelim olması, yani Allah ile konuşmasıdır. Hz. Musa: - Yâ Rabbi! Bu eğriyi doğrudan ayıramayan ve nasihat da dinlemeyen adamı şeytan esir etmiş. İstediğini yaptırtıyor. Şimdi ben ona istediğini öğretirsem ona bu öğrendiğinin zararı dokunacak. Eğer öğretmezsem kalbi bana karşı kötü duygular besleyecek, dedi. Cenab-ı Hakk: - Ey Musa! Öğret. Çünkü biz lütuf ve keremimizden, hiçbir duayı reddetmeyiz. Hz. Musa: -Ya Rabbi! Ya öğreneceği bilgiler, onun zararına olursa? Bazen insanın her şeye gücünün yetmediğini bilmesi onun için en güzel sermaye olmaz mı? diye adamın isteğinin iyi olmadığı hakkında Allahü Teâlâ ile konuştu. Cenab-ı Hak: - Ey Musa! Sen onun istediğini yap, dedi. Hz. Musa, o adama bir kez daha öğüt vermeyi denedi: - Aman dikkat et! İsteğinde ısrarlı olma! İstediğin şey, senin zararına olacaktır. Vazgeç bundan. Allah'tan kork. Şeytan seni aldatmış. Soruda ve istekte aşırı gidersen hoşlanmayacağın şeyler olabilir, dedi. Adam bu sefer: - Bari, şu kapıda oturan köpeğin ve tavuğun dillerini olsun öğret, diye yalvardı. Hz. Musa bu aşırı ısrar karşısında adamın teklifini kabul etti: - Haydi git! Allah'ın lütfü erişti. Bu ikisinin dillerini anlayabileceksin, dedi. Adam sevinerek gitti... Sabah olunca, kahvaltıdan sonra hizmetçi sofrayı silkti. Sofra bezinden bir parça bayat ekmek düştü. Adam,”acaba isteğim oldu mu?” diye kapı eşiğinde durdu ve hayvanları dinlemeye başladı. Düşen kuru ekmek parçasını, horoz çabucak kaptı. Köpek horoza: - Sen buğday da yiyebiliyorsun. Ben ise, yiyemiyorum. Bu şekilde ekmek parçasını kapman bana zulüm olmadı mı? Sen kısmetimi elimden aldın, diye çıkıştı. Horoz: - Merak etme, köpek kardeş. Allah sana bu ekmek parçasına karşılık daha güzel şeyler verecek... Devamı videoda...