MyMecra
Beraber Yürüyelim / Bizi Takip Edin

Kaçış Rampası | Talha Gülören

12 Video Bulunuyor

My Mecra’da yepyeni bir program ‘Kaçış Rampası’… Talha Gülören'in hazırlayıp sunduğu 'Kaçış Rampası' hayatımızı ve fikirlerimizi sorgulatmak için geliyor. Hepiniz bu aleme hoş geldiniz...

  • Etkili ve Güzel Konuşmanın İncelikleri | Kaçış Rampası

    Etkili ve Güzel Konuşmanın İncelikleri | Kaçış Rampası

    Talha Gülören'in hazırlayıp sunduğu 'Kaçış Rampası' hayatımızı ve fikirlerimizi sorgulatmak için geliyor. Hepiniz bu aleme hoş geldiniz... Talha Gülören bu bölümde başlıca şunları söyledi: Daha önceki videolarda sunumla ilgili size bir söz söylemiştim; dünyanın en iyi fikrini kötü bir sunumla rezalet bir hale getirebilirsiniz ama en kötü fikrini de iyi bir sunumla muhteşem bir hale dönüştürebilirsiniz. Bugün çok önem verdiğim iki husus: konuşmak ve yazmak noktasında ilkini ele alacağız; konuşmak... Onun için konseptimizin de dışına çıkarak bir bölüm yapmak istiyoruz... O zaman Kadir abiyi arayalım mı?... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Müslüman Lüks Hayatı Cennete Saklar | Kaçış Rampası

    Müslüman Lüks Hayatı Cennete Saklar | Kaçış Rampası

    Talha Gülören'in hazırlayıp sunduğu 'Kaçış Rampası' hayatımızı ve fikirlerimizi sorgulatmak için geliyor. Hepiniz bu aleme hoş geldiniz... Son günlerde yayınlanan kozmetik sektörü üzerine dikkat çekici hayvan deneyi virali oldukça kendinden söz ettirdi. Pek çok insan ciddi anlamda kendini sorguladı ve duyarlılığını test etti. Aslında bu içinde bulunduğumuz sistemin ikiyüzlülüğünden başka bir şey değildi. Başka bir acımasızlığa dikkatler toplandı ama asıl vicdanların konuşması gereken nokta unutturuldu: Soruyorum size kaç kişi yıllık kozmetik harcaması kadar zekat veriyor? Kozmetik: günümüzde erkeklerin bile ihtiyaç maddesi haline gelen ürünler. Dünya pazar hacmi yaklaşık 500 milyar dolar. Türkiye’de ise yıllık 8 milyar lira olarak gerçekleşiyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü 26 ülkede 30 milyondan fazla insanın hayat ve geçim kaynaklarını kurtarmak için yaklaşık 1 milyar dolara ihtiyaç duyulduğunu açıkladı. Yani Türkiye’nin kozmetik harcaması kadar bir paradan bahsediyoruz. Senin et ya da pasta yedikten sonra ağzında kalan artıkları temizlemek için kullandığın diş macunun da içinde olduğu bir sektörden bahsediyoruz. Ülkemizdeki hayır ve yardımlaşma derneklerinde yılda bu kadar para toplanıyor mu dersiniz? Üzgünüm. Pandemiyle birlikte bu Ramazan’da ne kadar gereksiz yemek yediğimizi fark ettiğimizi konuştuğumuz günler yaşıyoruz. ‘’Aslında bir çorba yetiyor’’ gibi laflar ediyoruz bir de. Sebebimiz ise eritemiyor olmak. Ne kadar trajik. ‘’Bugün ben bir çorbayla doydum. Et de yiyebilirdim, yemedim. O zaman bugün ben bu yemediğimle başkasını doyurayım’’ diye düşünüyor muyuz? Herkesin kripto paralara merak saldığı şu dönemde kimse üretim olmadan kazanılan bu fahiş rakamların aynı zamanda bir yerlerde adaletsizliğe sebep olduğunu düşünmüyor. Çünkü düzen senden bunu istiyor. Deplasmanda oynuyoruz. Bu bizim sistemimiz değil. En azından topa hakim olan biz olmalıyız. Müslüman ülkelerin neredeyse yok sayılabileceği bu ekonomik düzende zeki insanlar olarak çabalamamız gereken ilk konu üretim. İkinci olarak da bunun neticesinde zekat. Herkes kendine kazanma hayalinde. Oysa biz hayallerimizi başkalarını yaşatmak üzerine kuran insanlar olmalıydık. Evet, sıradan insanlar olarak hepimiz çok kazanmak istiyoruz ama bunu daha güzel arabalara binmek, daha iyi evlerde oturmak için mi yoksa daha fazla insana dokunabilmek için mi arzuluyoruz? Müslüman lüks hayatı cennete saklar. Gerçekçi olalım. Birçoğumuzun bu dünyada güzel bir villada oturma şansı olmayacak. Lakin sen en güzel villaları cennetteki arazine dikebileceğine inanan birisin. Elbette zekatla. Vererek. Korkma, eksilmeyeceğini Allah garanti ediyor. Kazandığın parada kardeşinin hakkı olduğunu unutma. 1/40’ını vererek sen bu hakkı teslim etmiş oluyorsun. Akıllı bir insan lüks yaşamak istiyorsa yatırımını daha büyük yapar. Hayır yaparken hesap makinelerini de bir bırakalım mı artık? Tıpkı kozmetik harcaması yaparken hesaplamadığımız gibi yahut pahalı bir yemek yediğimizde ‘’bugün de böyle oluversin be’’ diyerek keyifli keyifli güldüğümüz gibi… Devamı videoda...
  • Evet Dayıcım, Yeni Nesil Çok Bozuldu! | Kaçış Rampası

    Evet Dayıcım, Yeni Nesil Çok Bozuldu! | Kaçış Rampası

    Son yıllardaki teknolojik gelişmelerle birlikte ilerleme çok süratli oldu; 50 yaş üzeri hızlı yaşlanıp tabiri caizse hayatta ıskartaya çıktı, 22 yaş üzeri geç olgunlaştı, yeni nesil ise tüm bunları idrak ederek kendi çağlarına doğru ilerliyor. Ahlaki olarak çağın getirdiği çöküntünün hepimiz farkındayız. Kimi buna rahatlık desin, kimi özgürlük desin fark etmez. Belli ideolojilerle, izmlerle beynimizin yıkandığı ve zaman içinde hayatımıza farklı taktiklerle geçirildiği açık. Fakat burada ne hikmetse kabahat daha öğrenme çağında olan insanlara bulunuyor. Madem öyle biz de gerçek kabahatliyi bu bölümde analiz edelim dedik. Öncelikle Z kuşağı tanımlamasıyla başlıyor bu tür eleştiri cümleleri. İletişim ve sosyoloji terminolojisinde kullanılan teknik bir kavram Z kuşağı dediğimiz. Bu kavramları üniversitede derste gördüğümüz zaman hepimiz ilk defa duymuştuk, 12-13 yıl önce. İşimizi yaparken bu kavramları hedef kitle analizlerinde ve satın alma eğilimleri gibi konularda kullanıyoruz. Ne kadar spesifik ve kayda değer olduğu elbette tartışılmaz bile. Bunlar genel kavramlardır. Burçlar gibi düşünün. Burcun ne diye sorduklarında verdiğimiz cevap güneş burcumuzdur. Ben teraziyim ama beni sadece güneş burcu üzerinden değerlendirmek çok üstünkörü bir yaklaşım olur. Aslında karakter değerlendirmesi daha çok yükselen burç üzerinden yapılır. Bunun yanında Ay, Jüpiter, Venüs gibi tüm gezegenlerden birer burcumuz var. Bunun için yıldız haritana bakarlar, hanımefendilerimiz pek meraklıdır bu konuya. Bu işleri bugünlerde falcılar yaptığı için ve gelecekle ilgili, gaybla ilgili olduğu için bunlarla uğraşmak sakıncalıdır. Yeri gelmişken söyleyelim. Ayrıca kıyamet alametleri arasında alimler yerine bu gibi şeyleri anlatan insanlara ilgi duymak da bulunuyor. Kendimizi muhafaza edelim. İşte kuşaklar da tıpkı burç yorumları kadar sığdır, üstünkörüdür. Peki nasıl bu dayıların bile diline yerleşti? Bildiklerinden filan değil tabi ki siyasetin tanımlamasıyla bu kelime dağarcığımıza girdi. Yani siyaset yine gereksiz şeylerle bizi meşgul etti. Bizim milletimiz teknik kavramları kullanan insanlara büyük teveccüh gösterir. Doğruluğunu yanlışlığını sorgulamasına engel olur terminoloji. Şuradan anlayın: Bir adam siyaset bilimi profesörü olsun ya da daha sıradan bir meslek erbabı olsun onun alanı hakkındaki konuşmalara konuya cahil halkın yorum yaptığını görürsünüz. O ne anlar diyen bile çıkar. Konuşmada terminoloji azdır çünkü ama bir doktor, bir avukata karşı aynı şeyi diyebilir mi? El pençe divan önünde durur. Okumuş adam gözüyle bakar ona. Bunu üniversite sınavlarındaki sıralamada yaşanan rağbetten bile anlayabilirsiniz. En yüksek puanlılar en çok terminoloji kullanan mesleklerdir. İyice yaşlılar filan artık sadece onları meslek olarak görür, sadece onların 4 yıllık olduğunu düşünür; geri kalanları “olsun bakalım” diye karşılar. Herkes okuyacak değil ya… Devamı videomuzda. Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Deli misin Sen? | Kaçış Rampası

    Deli misin Sen? | Kaçış Rampası

    Giderek materyalist dünyaya ayak uydurduğumuz realitesiyle karşı karşıyayız. Hiç reddetmeyin hiç. Normalde halimize bakıp deli denmesi lazım. Kalabalık ortamlarda bazen ortamdan kopup halimizi gözlemliyorum. Adeta bir distopya, bir bilim kurgu filmi gibi yaşadığımızın farkında mısınız? İstisnasız yalnız kalan herkesin gözü telefonda. Onun da içinde herkes farklı bir alemde. Napıyoruz biz Allah aşkına? Deli biz miyiz neyiz? Deli kelimesi kültürümüzde eskiden cesareti nitelemek için kullanılmış. Sıradışı bir cesaret. Bizi öyle güzel kalıplaştırmışlar ki bu sıradışı olma durumu, deli kelimesinin anlamını bozacak kadar ileriye giderek akılsızlık olarak nitelenmiş. Sıradışı olanlar yalnızca engelli insanlardır gibi… Halbuki güzellik sıradışı olanda değil midir? Dış görünüşümüz bile artık aynılaştı. Kadınlar 18 yaşına geldiğinde burun ameliyatı yaptırmak istiyor, erkekler azıcık saçları dökülse hemen saç ektiriyor. Sonra bakınca da hep aynı tip burunlar, kalemle çizilmiş gibi saçlar görüyoruz. Peki senin farkın ne? Bazen de bu farkları keşfediyor genç kardeşlerimiz. Sosyal medyada bakıyorum, mesela peltek konuşan kişileri güzelliyorlar. Evet bir kişinin peltek konuşması tatlı bir durum olabilir, çünkü bu yaradılıştan gelen bir özellik. Bu onun en büyük farkı. Diksiyon eğitimi için bana çok soru yöneltiliyor. “Abi konuşmamı düzeltmek istiyorum, diksiyon eğitimi almak istiyorum ne dersin” gibi sorular. Sadece bununla ilgili bir bölüm de yapalım istiyorum bu arada. Herkesin diksiyonlu konuşmasına gerek yoktur. Düzgün konuşmak sadece İstanbul Türkçesi ile konuşmak değildir. Az çok tabi ki kelimelerin doğru okunuşunu bilmeliyiz fakat haber spikeri gibi konuştuğunu düşünsenize herkesin. Ne kadar soğuk ve itici olurdu. Samimiyetsiz. Ee, öğrenmeyelim mi? Öğrenelim elbet ama bu sadece diksiyonla açıklanabilecek bir durum değildir. Önemli olan her zaman duygudur. Anlatımdaki duyguyu verebilmek, hissettirebilmektir. Kendinde bir tavır oturtmaktır. İşte o zaman güzel bir sonuç ortaya çıkıyor, yoksa kasıntı hallerle karşı karşıya kalıyoruz. Adam çok güzel konuşuyor ama bir halt anlamıyorsun. Farkını çıkarmak işte… Aynı olmamak. Çünkü yaratılış böyle, doğal olan güzel ve doğal olan özgün. Organik domateslere bakın; yamuk yumuk, renkleri farklı filan. Olgunluk dereceleri aynı değil. Yediğinde hepsinde minik farkları hissediyorsun. Zamanında Yıldız Porselen Fabrikası’na gitmiştim, Yıldız’da, Beşiktaş’ta. Orada çalışan sanatçılar porselenin büyüklüğüne göre bazen 6 ay bile tek bir parçaya çalışabildiklerini söylemişlerdi. Devamı videomuzda. Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Para Kazanmanın Tam Zamanı | Kaçış Rampası

    Para Kazanmanın Tam Zamanı | Kaçış Rampası

    Şimdi başlığı görünce “ulan böyle bir zamanda ne para kazanmasından bahsediyorsun” diyerek hemen tıkladınız büyük ihtimalle. Tıkladıysanız sorun yok, biz amacımıza ulaştık dinlemeniz için ortamı oluşturduk. Sizden ricam videoyu sonuna kadar izlemeniz. Bu videoda yaşadığımız ekonomik sıkıntının temel problemini anlatıp çözüm yolları göstereceğiz. Göstereceğiz ki artık ekonomimiz bu işgalden kurtulsun, sizler de vakit geçmeden kendinize fayda sağlayın inşallah. O zaman başlayalım. Öncelikle problemi iyi anlamamız şart. Daha önceki videolarımızda da kısaca değindik. Evet ekonomik bir problem yaşandığı aşikar. Fakat bu daha önce yaşadıklarımıza benzemiyor. Mesela Ecevit dönemindeki ekonomik krizde dolar 1,20 lira civarındaydı. Ben o dönemi yaşadım. Cumhurbaşkanının Ecevit’in kafasına anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan bir dönemdi. Bu içeride yaşanan özel durumun dışarıya yansıtılması amatörlüğü bardağı taşıran son damla oldu. Öyle hızlı bir gerileme gerçekleşti ki bir anda memurların maaşı ödenemez hale geldi. İşsizlik ortaya çıktı, kimse paralarını alamadı. Gecelik faiz %7500’e ulaştı. Bankalar hortumlandı, bazıları battı. Zaten bu krizden sonra biz de bazı şeyleri yönetmeyi öğrendik. Bankacılık sistemlerimiz kuvvetli hale geldi filan… Bugüne baktığımızda farklı bir problem görüyoruz. Faiz ne olursa olsun yerinde, işsizlik daha yüksek belki ama sebebi sadece para değil. İnsanlar kendi işlerini yapamasa da bir şekilde ekmek kazanılacak işler mevcut. Güzelleme filan yapmıyorum, olanı söylüyorum. İnsanların işini yapamaması ayrı bir sorun, bu göz ardı edilemez. Fakat bugün işini kaybetsen herhangi bir yerde ekmeğini kazanabilirsin. O yıllarda bu da söz konusu değildi. “Dolar yükseliyor” evet, bunun hızlı bir şekilde olması felaket bir şey ama bir paranın dolar karşılığındaki değeri o ülkenin kalkınmışlığını göstermiyor. Dünya’da bunun birçok örneği var. Ruble, Yen, Avustralya doları… Hepsi dolar karşısında inanılmaz değersiz. Ama işte sabitler. Onlarca yıl yerlerinde durabilme özelliğine sahipler. Ekonomimiz dışarıya bağımlı bir ekonomi, televizyonlarda hep duyuyoruz bunu. Ne demek dışa bağımlılık? Konumuz işte bu: Üretim. Üretimimiz zayıf olduğu için ithalat rakamlarımızın ihracat rakamlarımıza oranı yüksek ve toplam hacmimiz düşük. Yani paramızın mal olarak karşılığı yok veya zayıf diyebiliriz. Böyle olunca da birilerinin paradan para kazanabileceği, rahatlıkla at koşturabileceği bir hale geliyoruz. Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları elindeki parayla dolara karşı önlem almak istese, elindeki doları satıp TL yapsa bile piyasayı pek fazla etkileyemez... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Sana mı kaldı? | Kaçış Rampası

    Sana mı kaldı? | Kaçış Rampası

    Aklımızın ermeye başladığı yıllardan itibaren korku ya da olumsuzluklarla kodlanıyoruz. Olmaz. Çocuklar öyle şeyler konuşmaz. Sen dersine bak çocuğum. Sana mı kaldı onu düşünmek, çalış da sınavını kazanmaya bak. Başımıza icat çıkarma bir de senle uğraşmayalım. Onu elleme, cıs olur. Buna dokunma komşu iğne yapar. Duvarlar, duvarlar… Yeni kuşağı suçlayan dedeler, babalar, teyzeler, nineler… Kusura bakmayın, bu nesil kendi kendine yetişmedi. Hatırlıyor musunuz, onları siz yetiştirdiniz. Çok asiydiler, sizi dinlemediler mi? Belki de dinlenecek bir şey göremediler. Siz ona yetişemediniz, soruların üzerini kapattınız. Sonuçta insan yetiştirmek de büyük meziyet. Ebeveynleri bırakın, hocaların bile büyük sorunlar yaşadığı bir konuda yetersiz kalmak normal kabul edebileceğimiz bir durum. Ama kendimizi bu konuda bir teraziye koyalım artık ve yenileri yetiştirirken en azından bu hatadan dönebilelim. Küçücük çocukları suçlayarak günü geçiştirmek çok basit bir hareket. Biz bunu yapanlardan olmayalım. Yaşları gereği asi de olabilirler, onlarla savaşmak yerine açıklayıcı şekilde anlatmayı deneyelim. Ceplerindeki telefonları filan da çıkartmadan... Kendi gençliğinizden örnekler vermeden... Biz o dönemleri anladık fakat siz bu dönemi anlamakta birazcık zorluk çekiyorsunuz. Artık Türkiye değil Dünya bambaşka bir yerde. Olumsuzlukları, suçlayıcılığı, korkutmayı bir kenara bırakalım. Çocukluğundan beri sindirilmiş ve baskılanmış insanlar söz hakkı elde ettikleri yaşa geldiklerinde biriktirdikleri düşünceleri bir anda haykırmaya başlıyorlar. Haykırışın doğru olduğunu söylemiyorum bakın ama bunun sebebi çocuk yaşta fikirlerine değer verilmemiş olması. Kendisinden hep bir mükemmellik beklenmiş olması. Halbuki büyük fikirlerin ateşleyicisi her zaman kötü fikirlerdir. Mcdonald’s teoremi diyor buna gevur. Bir grup iş arkadaşı her öğlen yemek yemek için çıktıklarında ne yiyeceklerine karar vermekte zorlanıyorlar ve bu her gün vakit kayıplarına sebep oluyor. Nereye gitsek diye birbirlerine soruyorlar, öneri de yok. Biri çıkıp “Mcdonald’s”a gidelim diyor. Diğerleri de bu kötü fikri hemen reddediyorlar, “ya ne Mcdonald’s”ı, oraya gideceğimize şuraya gideriz.”. İşte kötü fikir bu şekilde yeni fikirlerin doğmasına sebep olur, onun için fikir üreten kimseyi saçma da olsa hor görmeyin. O fikrin çalışmayacağını ispat ederek, fikrini geliştirmesine pozitif şekilde yardımcı olmaya bakın. Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Her Şeye Konuşmak Hastalığı | Kaçış Rampası

    Her Şeye Konuşmak Hastalığı | Kaçış Rampası

    Konuşmak, ne kadar kıymetli bir nimet olsa da neredeyse tüm medeniyetlerde daha az konuşmak hatta hiç konuşmamak ulvi bir davranış olarak kabul edilmiş. Öyle de yani ne geliyorsa başımıza şu dilden geliyor. Boş konuşmayı da geçtim, başkası hakkında konuşmak, gıybet etmek, yalan söylemek gibi hastalıklarımız var. Bunların gıybet ve iftira olduğunun da farkında değiliz. Farkında olmak için İmam Gazali Hazretleri’nin İhyau’l Ulumu’d-Din eserinden bir parça olarak tercüme edilmiş Dil Belası kitabını okuyoruz, yahut okumuş birini dinliyoruz, en kötü özetine filan bakıyoruz. Bu her şeye konuşmak hastalığı bir süre sonra hareketsizlik, üşengeçlik, mental yorgunluk gibi sıkıntılar ortaya çıkarıyor. Bunu tıkanmışlık olarak adlandırdık. Çok değişik bir toplumuz biz. Eziklikle - kahramanlık duyguları aynı bünyede yaşayabiliyor. Batıya hayran olurken, tarihimizle gurur duyabiliyoruz. Komünist bir insanın aynı zamanda Kemalist olması gibi…
  • Ekonomi Uçuyor | Kaçış Rampası

    Ekonomi Uçuyor | Kaçış Rampası

    O kadar video çekip bir sürü sorunu değerlendiriyorken, elbette ekonomi konusunu atlamak pek vicdanlı bir hareket olmazdı. İçinde bulunduğumuz durum kimsenin reddedemeyeceği kadar bariz. Hoş, sokakta mikrofon uzatıldığında uçtuğumuzu düşünenler de yok değil ama biz mantıklı insanlar olarak konunun farkındayız. Bakalım doğru inceleyebilecek miyiz? Yorum ve önerilerinizi mutlaka bekliyoruz. Bu önemli bir konu. Öncelikle uçtuğumuz konusu bir noktada gerçekliğini kanıtlıyor. Yaşanan ekonomik sıkıntıyı bu argümanı reddederek görmezden gelmek de gerçeklik dışı. Biliyorsunuz bizim olaylara yaklaşım tarzımız bu şekilde. Bir yanlış var diye doğruları görmezden gelip kişiyi külliyen aforoz etmiyoruz. Aynı şekilde aksine de böyle. Türkiye’nin büyüme rakamları ortada, bu yalan değil. Sanayiciler ne demek istediğimi çok iyi anladı. Paramızın değersizleşmesi bize aynı zamanda avantaj da sağladı. Şu an Avrupa’nın en ucuz iş gücü maliyetine sahibiz. Dolayısıyla da sanayiciler bu durumdan ciddi fayda sağladı. Bugün herhangi bir sanayi sitesinde kiralık yer bulmakta zorlanıyorsunuz. Üstelik kira fiyatları normalin kat be kat üstündeyken. Haliyle ihracatta da rekorlar kırmaya devam ediyoruz. Zaten sanırım bu sebeple halen ayakta kalıyoruz, yoksa felaket bir açmazda kalabilirdik. İnsanlar her şeye rağmen iş bulabiliyor, öyle ya da böyle ekmeğini kazanabiliyor. Yetiyor yetmiyor konusu değil bakın, çok daha büyük olabilirdi diyorum. Toplu bir yıkımdan bahsediyorum, bu olmadı hamd olsun. Tabi bunu söyleyince izleyenlerden bazıları dişlerini gıcırdatıyor, sesini duyabiliyorum. Hayır hayır, merak etmeyin size de katılıyorum. Ekonomi büyüyor ya da bir yerlerde uçuyor filan olabilir ama halkın genelinde bu durum maalesef böyle değil. Gelir grupları arasındaki fark da giderek açılıyor. Ülkenin bir kısmı adeta Avrupa’da yaşıyor da bir kısmı Suriye’de hayatını sürdürüyor gibi. Standartlar arası fark çoğaldı. Lüks araç alımının artmasıyla hiç arabası olmayanların da artması gibi. Bu gerçekten bir devlet için istenmeyen bir durumdur. Fakat bunun temel sebebi hiçbir şekilde devlet değildir. Bilim adamları ve alimler bunu halka bağlamıştır. Devlet bir sebep değil, sonuçtur. Bediüzzaman Hazretleri sosyo-ekonomik kalkınmayı “hikmet”e bağlamıştır. Hikmet; akıl, söz ve hareketteki uygunluk olarak ifade edilir. İlim, adalet ve ahlakın birleşiminden doğan değerli sıfat… Bediüzzaman Hazretleri de "hikmet" kavramını, her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli takip etme; israfsızlıktan, anlamsızlıktan ve faydasızlıktan uzak durma; iktisatlı olma gibi anlamlarda kullanır. Diğer bir noktada ise memuriyet-amiriyet konusuna dikkat çeker. Devletin ekmek kapısı olduğu bir toplumun kalkınması pek mümkün değildir. Memuriyetin gelir amaçlı yapılmasıyla ortaya şu anki gibi bir durumun çıktığını rahatça görebiliyoruz. Devamı videomuzda. Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Bu Topraklardan Çıkamayan Dünya Markaları | Kaçış Rampası

    Bu Topraklardan Çıkamayan Dünya Markaları | Kaçış Rampası

    Öncelikle şunu söyleyerek başlayalım ki bu video bir düzen veya sistem eleştirisi değildir. Bu artık gözünüzü açın çağrısı, bir silkelenme olabilir. Özellikle genç kardeşlerimizin bu video ile uyanıp, gelecek 10 yıl içinde bu toprakların gerçek markalarını tüm dünya ile buluşturması tek niyetimizdir. Kültürümüzün nasıl yayılması gerektiğini ve gerçek milliyetçiliği kısaca milli değerlerle markalaşabilmeyi bu videoda anlatacağız. Güven Borça’nın 2002’de kitaplaştırarak sorduğu “Bu topraklardan Dünya markası çıkar mı?” sorusunu 20 yıl sonra tekrar oturup değerlendireceğiz. Hızlıca cevaplayacak olursak bu sorunun cevabı hala “hayır, çıkmadı” olacaktır. Türkiye olarak en değerli markamız Türk Hava Yolları dahi henüz Dünya’nın en değerli 1000 markası içinde yer almıyor. Bunun yanında bizi ümitlendiren ve Dünya’da temsil etmeye başlayan Getir markası da giderek daha fazla heyecanlandırıyor. Fakat bu örnekler de sizi yanlış yönlendirmesin. Markalaşmak için markanın illa teknoloji üzerine olmasına gerek yok. Marka herhangi bir şeyle ve herhangi bir isimle de olabilir. Genelde çokça karşılaştığım sorulardan biri markamıza ne isim verelim sorusudur. Arkadaşlar bunun inanın hiçbir önemi yok. Önemli olan seçtiğiniz isme yüklediğiniz algıdır, konumlandırmadır. Şöyle bir Dünya markalarını düşündüğünüzde beni daha iyi anlarsınız. Amazon, Alibaba, Ikea, Trendyol… Gördüğünüz gibi aslında ismen hiçbir şey çağrıştırmayan markalar. Getir belki Türkiye için güzel bir isimlendirme olabilir ama örneğin Londra için düşündüğünüzde hiçbir anlam ifade etmez. Yanlış yerlerde gezmeyin lütfen. Bunun yanında reklamla da marka olunmaz. EquiTrend’in araştırmasına göre reklamın marka özvarlığının oluşturduğu hisse senedi getirisi üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı tespit edilmiştir. Marka değeri dediğimiz şey şirketin soyut varlığının değeridir. Markanızın özellikleri, bilinirliği, ürün kalitesi, pazar payı ve sadakat gibi değerlerin oluşturduğu kıymete marka değeri denir. Sadece satıyor olmanız sizi bu bağlamda değerli hale getirmiyor. Bakınız LCWaikiki gibi bir markamız var, lakin marka değeri olarak Türk markaları içinde bile ilk 10’a giremiyor. Reklamsız marka olmanın en bariz örneği hep söylediğim Starbucks’tır. Marka olmak için de son tüketiciye ürün satmanız gerekmiyor. Sanayicimizin de marka olması gerek. Hitachi örneği gibi. İngilizce sloganını dahi biliyoruz. Inspire the next. Nerede görüyoruz, iş makinelerinin üzerinde. Bize ne değil mi? İşte öyle olmuyor. Organizasyon ve standardizasyona da yeri gelmişken değinelim. Markanızın organizasyon yapısı sizi değerli hale getiren en temel faktörlerden. Standardizasyon da öyle. Ürettiğiniz ilk malın 1 milyonuncuyla aynı olması sizin kaliteyi nasıl standartlaştırdığınızı gösterir ve işte aranan da budur. HP markası üzerinden bir örnek vereyim. Yazıcı üreten bu marka yılda 3 milyon adet yazıcı üretirken 30 bin hatalı ürün çıkıyor. Biz olsak, o kadar olur artık diye geçiştiririz ancak onlar Kaizen disiplininin bir gereği olarak bir yıl sonra bu rakamı 3 bine düşürüyor ve yetiyor mu? Hayır, bir yıl daha devam eden disiplinle bu rakamı 3’e düşürüyorlar. Evet, sadece 3. Düşünebiliyor musunuz? Arkadaşlar kısaca marka bizzat işinizle oluyor... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Öğrenmeyi Öğrenmek | Kaçış Rampası

    Öğrenmeyi Öğrenmek | Kaçış Rampası

    Yaklaşık 15 ila 20 senemizin üçte ikisinin heba olmasına sebep olan bir konuya değineceğiz. Zaman dilimi olarak da bu yılların tüm hayatımızın şekillenmesini sağlayan dönemler olduğunu düşünürsek konunun önemini daha iyi anlarız. Evet, öğrenmek için ayırdığımız 20 yıldan bahsediyorum. Bu kadar uzun süre öğrenim gördükten sonra hala bir şey olunamamasının temel sebebi öğrenmenin en başta öğretilmemesi. Öğrenmeyi öğrenmek… Başlayabiliriz. Hep şundan yakınırız değil mi, bir sürü şey görüyoruz ama bu bana nerede lazım olacak ya da bunlardan hangisini hatırlıyorum. Aslında çocuk yaşta bile mantık burada doğru çalışıyor. Fakat çözüm üretmeyi bilemediği için çaresizce sisteme teslim oluyor yahut bu konuda birçok kişinin etrafında donanımlı yönlendirebilecek büyüğü olmadığı için yenik düşüyor. Bu sistem sizi belli bir kalıba hapsediyor. O kalıptan da sadece üç tane var: sözel, sayısal, eşit ağırlık (o neyse artık? Şey… Şefin tabağı gibi hepsinden biraz biraz). Bunu da yanlış konumlandırıyor üstelik. Zekiler sayısalcı, az zekiler eşit ağırlık, kafa basmıyorsa sözelci yapıyor. Sistem kendi ürettiği kalıpları da kendisi değersizleştiriyor. Öğretmenlerin pekçoğunu da yetersiz kabul ettiği sözel ve eşit ağırlık kalıplarından çıkardığını düşünürsek, sistemin kısır döngüsünü daha iyi anlamış olacağız. Bunun çözümü için sistemin değişmesini filan beklemek de bana biraz acizlik gibi geliyor. Bireysel farkındalıklar ve uygulamalar artarsa sistem de otomatik değişmek zorunda kalacaktır zaten. Beklemeye ve medet ummaya gerek yok. Öğrenmeyi öğrenmenin temeli zaman yönetimine dayanıyor. Bu okuyan öğrenci için de çalışan yetişkinler için de aynı geçerlilikte. Zamanımızı yönetemediğimiz için hep bir yoğunluk ve yetersizlik çıkmazında dönüp duruyoruz. Halbuki hepimiz halen bolca vaktimiz olduğunun farkındayız. Bununla ilgili kişisel gelişim kitapları almaya kalkarsanız 10.000 saat teorileriyle filan karşılaşırsınız. Bir işi öğrenmek için 10.000 saatlik bir mesai yapmanız gerektiği gibi sözler… Duymuşsunuzdur işte. Eğer böyle olsaydı bu sistemde kimse 40 yaşına gelene kadar meslek erbabı olamazdı. Oysa benim etrafım 20 yaşlarında e-ticaret ya da sosyal medya uzmanlarıyla dolu ve işlerinde de gerçekten başarılılar. Büyüklerin anlamakta zorlandığı işler olduğu için bilgisayarla yetişmiş yeni nesil bu gibi alanlarda uzman oldu. 10.000 saat kuralı sadece üst düzey uzmanlar için geçerli bir kuraldır, pekçoğumuzu ilgilendirmez. Öğrenmek için kısa bir süreçte disipline edilmiş bir zaman yönetimi gereklidir ve bunu gerçekten çok vakit harcamadan yapabilirsiniz. Mesela ne öğrenmek istiyorsunuz, Amazon diyelim. Günde 1 saat videolu eğitim izleyerek ve her gün izleme sürenizi 5 dakika artırarak ilerlerseniz bir ayın sonunda 2 saat 30 dakikalık bir çalışma süresine sahip olursunuz. Bu süreyi en baştan ayırmaya çalışsaydınız hem sıkılırdınız hem de anlamadığınız için öğrendiğiniz şeylerin büyük bir çoğunluğu boşa giderdi. Bisiklete binmeyi öğrenmek gibi düşünün. İlk gün bindiğinizde istediğiniz kadar sürün aynı sürüş seviyesinde kalırsınız, ertesi gün bindiğinizde daha özgüvenli olursunuz... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • Batı Yazılımlı Müslüman Robotlar | Kaçış Rampası

    Batı Yazılımlı Müslüman Robotlar | Kaçış Rampası

    Bildiğiniz gibi robotlar kendisine yüklenen görevleri yerine getirmek üzerine çalışan, kısaca yönlendirilmiş insan yapımı makinelerdir. Hayatımıza yapay zeka denilen, düşündüğü zannedilen yazılımlar dahil olmuş olsa da hepimiz bilmekteyiz ki onun sınırlarını belirleyen de yine insan. Biz dünyanın insan için yaratıldığına iman etmiş insanlarız. Elbette böyle düşünmeyenler de var. Peki bu yaratılışta insanı üstün kılan tek faktörün düşünme yani irade olduğunu unuttuğumuzun farkında mıyız? Birkaç yüzyıl önceye kadar Müslümanlar taşıdığı gömleğin izzetini koruyacak seviyedeydi. Bugün İngilizce olarak kabul görmüş yabancı dil bile o dönemlerde Arapça’ydı. Çünkü ilmin dili buydu. Sonra yaşanılan yahut hak edilen bir sürü bela başımıza musallat oldu ve imtihan aksi yönde başladı. Şimdi Arapça dedik diye “Arap sevicisi, git o zaman Arabistan’da yaşa” gibi yorumlar, laflar gelecektir. Bu mantıkla tabi kendileri de Latin sevicisi oluyor, git o zaman Roma’da yaşa filan demiyoruz biz elbette. Mesele de bu, 100 yılda biz bu değişimi nasıl içselleştirdik? Şu an kullandığımız alfabeyi Türk alfabesi gibi görmeyi ve savunmayı nasıl kabullendik? Kelimelerden, davranış ve düşüncelerden nasıl vazgeçtik; kendimizi sorgulayalım. Bir rehavet var farkında mısınız? Menfaatçilik var biraz. Bir sıyırmaca, bir kayırmaca var kendimizi. Ülke koca bir kıraathane gibi, herkes toplanıyor fakat sadece konuşuyor, eleştiriyor ya da savunuyor. Bildiği konuda konuşsa yine anlayacağım. Konuşabildiği için var olduğunu zannediyor, halbuki bunun önceki adımdaki eylemini es geçiyor: Düşünmeyi. Konuşmadan önce düşünmeyi. Öğrendikten sonra düşünmeyi. Ne konuşuyor? İstenileni konuşuyor. Kendi varlığını siyasetle açıklıyor. Slogan ezberletilmiş bir papağan gibi, kodlanmış bir robot gibi verilenin dışına çıkacak düşünme eyleminden yoksun. Başkasını eleştirmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Direkt kendimize saplıyorum bu çuvaldızı. Biz İslam’ı seccadelere ve Ramazanlara hapsetmiş durumdayız. Oysa bir müslüman parmakla gösterilecek kadar belirgin ve seçkin olmalı diye öğrenmiştik. Neyle olacak bu belirginlik sadece namazla mı? O bizim şahsi görevimiz. Yani bir adam sizi namaz kılarken görüp “ya ne güzel adam, ben bunun ne bildiğini öğrenmeliyim” der mi? Böyle enerjiye, yogaya filan düşkün biri değilse onun için bir anlam ifade etmez. Başkası için anlam ifade eden şeyler bizim ahlakımız. Biri gelip seninle ticaret yaptığı zaman yaka silkiyorsa, sana eyvahlar olsun. Komşun senden şikayetçiyse, yanından geçen insan kokundan burnunu kapatıyorsa, çalıştırdığın insanlar zulmünden bahsediyor, eşin ya da çocuğun senden şikayet ediyorsa sana gerçekten eyvahlar olsun. Bunlar oluyorsa zaten namazında da problem vardır, iflasın eşiğindesin. Müslüman haliyle ve fikriyle örnek olandır. Özenilendir. Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
  • İşsiz Kalmayı Nasıl Beceriyoruz? | Kaçış Rampası

    İşsiz Kalmayı Nasıl Beceriyoruz? | Kaçış Rampası

    90’lı yıllara kadar eğitim seviyemizin düşüklüğünden Avrupa Birliği’nin baskısı altındaydık. Bu eziklik o dönemde bize yeni bir slogan kazandırdı: “eğitim şart”. Biz de yeni dönemde bu eksikliği kapatmak adına çalışmaya başladık. Artık nasıl dert edindiysek bugüne geldiğimizde bu eksiği fazlaca kapattığımızı ve abarttığımızı görüyoruz. Pekçok gelişmiş Avrupa devletinin bile önüne geçtik üniversite okuma oranında. Geçtik ama biz neyi kaçırdık? Üniversite okuyoruz derken işsiz kalmayı nasıl becerdik, gelin birlikte düşünelim. 500 yıl önce Dünya’nın ilk üniversitelerinden birini kurmuş bir milletiz, biliyorsunuz. Tarih boyunca eğitim sistemimiz hep çok güçlüydü, buna “hasta adam” denilen Osmanlı’nın son dönemi de dahil. Buluşlarımız, keşiflerimiz yüz yıllar boyu insanlığa ve bilime ışık oldu. Ne zaman koptu? Kendi eğitim sistemimizi bırakıp batının sistemlerini taklit etmeye başladığımızda ve son Osmanlı müderrisleri vefat ettiğinde tarihi kopuş başlamış oldu. Sonra da bu eğitim sisteminden dışarıda eğitim görmemiş hiçbir bilim insanı çıkmadı adından bahsettirebilen. Oysa 19. Yüzyıl sonralarına kadar teknolojiden tıpa birçok alanda buluşlar üretmeye devam edebiliyorduk. Bunları anlatıyoruz tabii ama konuya o kadar uzağız ki 100 yıl önce yaşananlar bize folklorik geliyor artık, hikaye dinler gibi dinliyoruz. Şimdi konuya da böyle girince çok havalı oluyor, genelde konuşmalara başlarken böyle bir ecdad esintisiyle girizgah yapıp şu an alakamız bile olmayan bir dönemle övünmeye kalkıyoruz. Atalarımızla da övündüğümüze göre şimdi asıl konulara girebiliriz. Hangi görüşten olursanız olun ister Osmanlıcı ister Cumhuriyetçi, şu an bizim bunları konuşmamız haddimiz bile olamaz. Elimizdeki kitlenin 100 yıl önceki seviyeyle uzaktan yakından alakası yok. Onun için bu içinden çıkılmayacak tartışmalardan uzak durarak bir çözüm üretmemiz lazım. Şu an elimizde başka bir toplum var. 2021 Türkiye’sinde çoğunluğu üniversite mezunu olan fakat ihtisas yaptığı alan dahil hiçbir konuda yeterli bilgisi olmayan; üretimden, duygudan, felsefeden, maneviyattan ve hatta maddiyattan da uzak, çaresiz ve bu çaresizliği buhrana dönüştürmüş bir gençlik var. Üniversite okumada Almanya’yı bile geçmiş fakat seviye olarak Almanya’nın yanından bile geçememiş, ciddi düzeyde mücadele eden bir toplumuz. Biz burada siyaset yapmayacağız. Yapıcı eleştirilerde ve önerilerde bulunup, yaramıza çare bulma derdindeyiz. Bu çareyi de toplumsal olarak değil önce şahsi olarak üretme çabasındayız. Yani önce herkes kendi kapısının önünü bir süpürecek... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...